18 Mart günü ben Anadolu Hamidiyesi’nde takım komutanı idim. Bu tabyanın mürettebatından bir kısmı Alman diğer kısmı Türk’tü. Çanakkale’de mürettebatı arasında Alman bulunan da yalnız bu batarya idi. Bazıları bu bataryanın bütün mürettebatını Alman zannederler. Hâlbuki öyle değil, takriben yarı yarıya Türk’tü ve meselâ her takımda bir Türk ve bir Alman komutan bulunuyordu…
Biz iki subay, ben ve Alman takım komutanı yan yana oturmuş, ileriyi gözetliyoruz. Yerimiz iki topun arasındaki cephaneliğin üzerinde bulunan kademede. Bu kademenin yan taraflarında bir takım hartuçlar var. Altımız cephanelik… Bizim bataryaya doğru bir sağanak daha başladı. Bir mermi başımızın çok yakınından geçerek geride ve Şubat bombardımanında yıkılmış kışlamızın enkazı üstüne düştü, odunları havaya fırlattı, yanımdaki Alman subayının kolunu dürttüm ve biz de şimdi böyle havaya fırlarsak gibi bir işaret yaptım, gülüştük. Bu tebessümün izleri yüzümüzden henüz silinmemişti ki müthiş bir şey oldu. Bunu size nasıl anlatayım, nasıl tarif edeyim bilmem ki… Müthiş bir şey, göğün yıkılması gibi bir şey… O dakikada artık ne Alman subayını, ne de dünyayı görebildim. Ayağımın altındaki yer kaydı ve ben evvelâ bir karanlığa, sonra bir ateş içine daldım. Tam yanımıza isabet eden bir 38’lik gülle cephaneliğin damını delmiş, içeri düşmüş ve beni de arkasından sürüklemişti. Evvelâ mermi, arkasından da ben içeriye. Nereye biliyor musunuz? Otuz sekizlik bir mermi ile beraber bizim cephanelerin bulunduğu cephaneliğin içine.
– Rica ederim buradaki intibalarınızı tam olarak anlatmaya çalışın…
– İntiba falan kalır mı kardeşim. Bir karanlık, bir içeri doğru çekilme, arkasından bir tazyik ve tavana doğru çarpılma, gene bir sükût, ateş… Bunların hepsi bir anda oldu ve birbirine karıştı. Yalnız bu esnada şunu iyi hatırlıyorum: Barutların yanmasından hâsıl olan müthiş ateşte ellerim gayri ihtiyarî gözlerime gitti, onları muhafazaya uğraşıyordum. Bu ateşin içerisinden insan sesleri, inlemeler geliyor, onları duyuyordum. Fakat her yanımı sarmış ateşin içerisinde bir yere gidemiyordum, esasen kıpırdayacak halim de yok…. Biraz sonra bu ateş içinde benim adımı bağıran sesi işitiyorum. Cevap veremiyorum, yalnız üzerimdeki bir insan cesedinin yukarı çekildiğini hissediyorum, bütün kuvvetimle bu cesede yapışıyorum, beni de beraber çekiyorlar ve dünya yüzüne çıkarıyorlar. Gözümü açıyorum, her yeri kıpkızıl ve kan içinde görüyorum. Bana bakan doktoru fark ediyorum, bitik bir halde sorduğum yegâne sual şu oluyor:
– Doktor, gözlerim kör olacak mı?
Bir şey daha fark ediyorum. Benimle beraber cephanelikten kurtarılmış mahdut insanlardan çok sevdiğim ve şimdi nereli olduğunu hatırlayamadığım Mehmed Çavuş bir kol ve bir bacağını kaybetmiş yanımda yatıyor. Fakat onun gözleri sağlam, benimki gibi yanmamış. Başını bana doğru uzatarak teselli ediyor:
-Beğim merak etmeyin, sizin yaranız hafif, baksanıza ben hem kolumu ve hem bacağımı kaybettim ama gene tasalanmıyorum.
Bu sözlerden iki dakika sonra Mehmed Çavuş bir daha açmamak üzere gözlerini kapadı.
– Peki bu mucize şeklindeki kurtuluşunuzu bir topçu subayı sıfatıyla nasıl izah edebiliyorsunuz?
– Şöyle izah edebiliyorum: Mermi cephaneliğe düştü, beni arkasından sürükledi, fakat onun hızı benimkinden çok daha fazla olduğu için daha ben girmeden düştü ve patladı. Ben cephaneliğin sakfından içeri girdiğim anda mermi patlamış ve cidarları etrafa saçılmış bulunuyordu. Cephanelikteki on yedi nefer de bu anda öldüler. Beni yukarı doğru tazyik eden gaz belki barutların ilk tutuşmasından mütevellid gazdı. Ben gene deliğe yakın bir yere atıldım. O sırada sıhhiye çavuşu beni aramağa koştu. İçerideki ateşe rağmen delikten içeri girdi. Beni bulamayınca üzerime düşmüş bir neferi yakaladı. Onu yukarı çekerken arkasından da beni çıkardı. Yaram yalnız yanıktan ibaretti. Sağ kalçam dizlerime kadar yanmıştı, gözlerim yanmıştı, ellerim yanmıştı. Fakat görüyorsunuz ki bunların hepsi iyileşti ve ben de kurtuldum. Şimdi 18 Mart’ı her sene yalnız Türk zaferinin yıl dönümü diye değil fakat aynı zamanda benim ikinci doğum günüm diye kutlarım, çoluk çocuğumu başıma toplayarak en büyük bir bayram gibi tesid ederim.”
KAYNAKÇA
- Şevki Yazman, Türk Çanakkale
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.