Menkıbe-Kahramanlık Hikayeleri

Adile Teyzenin Hasanı

Written by ÇSATT

1930’lu 40’lı yıllarda Balıkesir’de bir Adile Teyze yaşardı. Ben, çok yaşlılığında tanıdım. Bağıra bağıra konuşur, her fırsatta ağlardı. Adeta yarı meczup yaşardı.

Seferberlik başlar başlamaz, kocası askere çağrılmış, Çanakkale’ye gönderilmişti. Tek evladı olan Hasan’la yapa yalnız kalakalmıştı. Hasan, on yedisindeydi ve başkasının dükkanında çalışıyor, geçinip gidiyorlardı.

Çanakkale’den gelen yaralıların, şehitlerin haberleri duyulmaya başlamıştı. Bir gün eve gelen bir kırmızı mektupta “Babanın” şehit haberi öğrenildi. Sadece birliği ve şehit olduğu gün yazılıydı. Göz yaşlan sel oldu.

Ana oğul daha sıkı kenetlendiler birbirlerine. Günler geçmek bilmiyordu. Fatihalar… Hatimler… Mevlitler… Acıyı azaltmıyordu.

Bir gün, gene davullar dövülmeye başlandı Balıkesir’de. Gene gönüllü toplanıyordu.

Askerlik şubesi önü kalabalık. Davullar zurnalar “Ey Gaziler”! çalıyordu. Yüksekçe bir yere çıkmış bir çavuş, elinde koca bir bayrak sallıyordu durmadan.

Hasan, davul sesini duyunca, dükkanı kapayıp, oraya doğru gitmiş, askerlik şubesi önünde kendiliğinden sıraya girmişti.

Gelenler sıra ile kaydediliyor, hemen içeri alınıp asker elbiseleri giydiriliyor, yan tarafta sıraya sokuluyor, çavuşlar yeni askerlere durmadan öğütler veriyordu.

Gönüllüler aynı gün yola çıkacaklardı. Bir adet vardı! Davullar önde, sancağın arkasında gönüllüler, sokak sokak dolaşırken, tamdıklarıyla, akrabalarıyla, aileleriyle helalleşirler, dualarını alırlar, cepheye öyle giderlerdi.

Davullar sokaklarda dolaşmaya başlayınca, bütün Balıkesirliler kapılara, pencerelere çıkmış “acaba kimi son defa göreceğiz? Kim Çanakkale’ye gidiyor? Kimin çocuğuyla helalleşeceğiz” diye merakla bakarlardı.

Herkes göz yaşlarıyla helalleşir, onlardan önce Çanakkale’ye gitmiş olan kendi çocuklarına selam yollarlardı.

Davulları duyar duymaz, Adile Teyze’de kapıya çıkmış, gönüllerin gelmesini beklemeye başlamıştı. Kolay değildi… O da kocasını bu şekilde davullarla cepheye uğurlamıştı. Davullar vuruyor uzaktan sancağın ardı sıra bir asker yaklaşıyordu.

Birden en önde gülümseyerek kendisine bakan bir askere takıldı gözleri. Tek yavrusuydu… Hasan’ıydı.

-Yavrum. Evladım. Gözümün nuru. Hasanım. Hayrola?
-Ana ben Çanakkale’ye gidiyorum. Babamın yanına.
-Yavrum. Aslanım. Sütüm sana helal olsun. Uykusuz gecelerim hela olsun. Analık hakkım helal olsun. Ama Çanakkale’de düşmana sırtını dönersen, babanı utandırırsan haram olsun…

Adile Teyze feryat eder.

-Komşular kına yetiştirin. Koç yiğidimi vatanıma kurban gönderiyorum. Kına yetiştirin.
Adet olduğu gibi hemen kına getirilir.
-Oğlum, uzat tetik parmağını kınanı yakayım. Onu kullanırken bizi hatırla.
Kına yakılır.
-Oğlum bir saniye bekle…

İçeri girer. Sandığı açar. Duvağını çıkarır getirir.
-Yavrum, bu duvağı baban almıştı. Çanakkale’ye git. Babanın mezarını bul. Bu duvağı onun üzerine ört.
Olur ana… der duvağı sarık gibi fesine dolar.

Eller öpülür. Sarılır, kucaklaşırlar, ağlaşırlar, uğurlar. Arkasından sular dökülür… Gidenler sokağın ucundan marş söyleye söyleye kaybolurlar.

Emekli bir postacı anlatmıştı:

Aradan on beş gün, bir ay geçmeden eve bir kırmızı mektup daha getirdim. Kapıyı çaldım. Adile Teyze elimde mektubu görür görmez..

Anladım postacı, anladım. Ne olur sen oku. Ana yüreğidir dayanmaz. Sen oku..

Okumaya başladım. Mektup “Anne” diye başlıyordu.

“Anne, ben oğlunun bölük kumandanıyım. Babasının mezarını bulmak maalesef mümkün olmadı. Biz şehitleri toplu gömeriz. Ama vasiyet etmişti, duvağını oğlunun üzerine örttüm.”

İçerden bir feryat duyulur. “Elhamdülillah… Elhamdülillah oğlumuz bizi utandırmadı.”

Şehidimin haberi, Mevla’m versin sabırı, Oğlum Çanakkale’de, Bilinmiyor kabiri…


KAYNAKÇA

  • 1

About the author

ÇSATT

Biz geçmişten geleceğe kurulmuş bir köprüyüz.
Biz 1915’te canlarını feda eden kahraman Türk askerinin torunlarıyız.
Biz Seyit Onbaşı, Yahya Çavuş, Cevat Paşa’yız.
Biz Çanakkale’yiz.
Biz ÇSATT’ız.

Leave a Comment