Kocaman yüreklerle küçücük bir çadırda kurulan Osmanlı Devleti eşsiz adaleti, hoşgörüsü, siyasî ve askerî arenadaki başarıları, güzel ahlakı ve kültürel değerleri ile sağladığı altı asırlık hâkimiyetinin son yüzyılındaydı. 1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan gerileme dönemine girdiğinde gücünü kaybetmeye başlamış, o eski ihtişamını yitirmişti. Yenilgiler ve toprak kayıpları devam ediyor, isyanlar bastırılamıyor, bünyesindeki diğer milletler teker teker bağımsızlıklarını ilan ediyordu. Yine 1912-1913’te, avuç içi kadar Balkan devletlerinden son ağır yenilgisini de almıştı. Osmanlı Balkanlarda kesin bir mağlubiyete uğramıştı. Askerî, ekonomik ve siyasî yönden zayıflamalar birbiri ile paralel devam ediyor; Osmanlı kan kaybediyordu.
Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı öncesindeki çizdiği tablo şöyleydi; Askeri anlamda ardı ardına verilen kayıplar sonunda ordu, iyice zayıflamış olmasına karşılık birkaç yıl içinde reformlarla güçlendirilmeye çalışılmıştı. Okullu subaylar daha etkin birliklerde görevlendirilmişler ve personel değişimleri başarılı olmuştu. Ancak askeri anlamdaki bu gibi gelişmelere devam edilememişti. Ordu silah ve teknoloji anlamında geri kalmıştı. Zira devletin maliye işleri iflas etmiş ve ekonomik zafiyetler ortaya çıkmıştı. Osmanlı ekonomisi tamamen dışa bağımlı bir hal almış ve gerileme hız kazanmıştı.
Öte yandan Osmanlı Devleti; Fransa, İngiltere ve Rusya’nın hedeflerinin bilincindeydi. İçeride elindeki toprakları koruyabilmek ve milliyetçilik hareketinin zararlarını en aza indirgeme amaçlı politikalar izlemişti.Dünya siyasetinin başını çeken devletler sömürgecilik, silahlanma,pazar arayışı ve hammadde kaynaklarını ele geçirme adına yarışa girmişlerdi. Bu yarışı 28 Haziran 1914’te savaşarak devam ettirmişlerdi. Fransa, İngiltere ve Rusya’dan oluşan itilaf devletleri ile Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya’dan oluşan ittifak devletleri etkilerinden çokça söz ettirecek olan savaşın karşıt taraflarıydı. Osmanlı Devleti tüm bu gelişmelerin farkındaydı. Kaybettiği toprakları geri alma arzusu ile savaşa Almanya’nın yanında girmeye karar vermişti. Savaş öncesinde Osmanlı Devleti’nin durumunu gören itilaf devletlerinin iştahı iyice kabarmış ve itilaf devletleri gözlerini hasta adamın boğazına dikmişti. Sözde “demir pençe” siyle onu birazcık sıkarak İstanbul’ u düşürecek sonra da Osmanlı ‘yı kolayca teslim alabileceklerine inanıyorlardı.Nice âlimlerin, bilim insanlarının yetiştiği, farklı milletlerden insanların yıllarca bir arada barış içinde yaşadığı topraklar artık düşman tehdidi altındaydı. Nitekim 3 Kasım 1914’te 17 dakikalık Seddülbahir bombardımanı ile Çanakkale Boğazı’na doğru yaklaşmışlar, adeta gövde gösterisi yapmışlardı. Bu ilk bombardımanın neticesinde 5’i subay 81 er olmak üzere toplamda 86 askerimiz şehit olmuş; 2 ‘si subay 21 asker de yaralanmıştı. Aslında bu saldırı Osmanlı’ya bir gözdağı, bir tehdit ve en önemlisi resmen savaş ilanı manaları taşımaktaydı. Aynı zamanda bu saldırı; bundan böyle Çanakkale Cephesi’nin artık bir cehennem olacağının; körpecik hayatların, binlerce vatan evladının ebedi istirahatgâhı olacağının habercisiydi.Düşmanın mesajını alan ve bir adım bile geri gitmeyecek, ölüme gülerek koşacak olan binlerce vatan evladı; düşmanı kahretmek, yurdu düşmanın kirli postallarına çiğnetmemek için cepheye koşuyordu. Yaşlısı genci vatamn çağrısına cevap vermiş; birlik olup bedenlerini siper etmeye gidiyorlardı cepheye… Kimi ailesi, yârini bırakmıştı geride ,kimi hayallerini..Vatan müdafaasında canları ve yürekleri dışında ortaya koyabilecek pek fazla bir şeyi olmayan şanlı ecdat destansı bir tarih yazmaya gidiyordu. Gidiyorlardı gitmesine de birçoğu ya şehit ya da gazi olacaktı… Cephedeki sıhhiyeciler birçok askerin gözlerini elleriyle kapıyordu..
Cehede Durum ve Sıhhiyeciler
Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde seferberlik ilan edildi ve düşmana karşı koymak için asker toplanmaya başlandı. İşte, vatanın bu kutlu davetine icabet edenler arasında tıbbiyeli gençler de vardı. Onlar da tıpkı diğer öğrenciler gibi okullarını bırakmış, cepheye gelmişlerdi. İşte bu gençler ve diğer doktorlar cephede savaşan gizli bir orduyu oluşturmuşlardı. Bu gizli ordu, öldürmenin koynunda, yaşatma savaşı verecek olan sıhhiyecilerden başkası değildi.
Seferberlik ilanından sonra çıkarılan “Mükellefiyet-i Ettiba” kanunu gereği 20 ile 45 yaş aralığındaki tüm sivil doktorlar, diş hekimleri ve eczacılar silah altına alınmıştı. Kurulan bu sağlık ordusuna Gülhane Tıp Mektebi’nde ve Seririyatı Hastanesi’nde bir süre eğitim verilmiş daha sonra da sınıflarına göre rütbe verilip farklı cephelere gönderilmişlerdi.
Sınıflara göre verilen rütbeler:
Son sınıf öğrencileri Zabit vekili
4. ve 3. Sınıf öğrencileri Başçavuş muavini
2. ve 1. Sınıf öğrencileri Zabit namzeti
Bu cephelerden biri de düşmanın son teknoloji ürünü olan, cehennem kusan silahlarının yanında; askerimizin hastalıklarla, olanaksızlıklarla, yokluk ile mücadele ettiği Çanakkale Cephesi’ydi.
Tıbbiyelilerin savaşlarda ayrı bir yeri vardı. Çünkü onlar sadece düşmanı yok etmenin değil bir yandan da milletimizin şerefini sırtlayan cephedeki askerimizi yaşatmanın savaşını veriyorlardı. Askerimiz cephede göğüs göğüse çarpışırken sıhhiyeciler de gerek cephede gerekse cephe gerisinde hastalıklarla, yaralanmalarla muhteşem bir özveri ile mücadele ediyordu. Savaşın en kanlı, en vahşi anlarında dahi mevzilere girmekten çekinmeyip görevlerini en iyi şekilde yapmanın gayretini taşıyorlardı. Siperler arasında mesafeler yer yer 7- 8 metreye kadar azalmıştı. Yani siperden çıkılması demek ölüme razı gelmek demekti. Bu nedenle cansız bedenler günlerce, haftalarca vatan toprağına örtü olmuştu. Bu naaşlar zamanla çürüyüp kokmaya başlamış, askerlere neredeyse savaşacakları yeni bir cephe açmıştı.Bu durum sadece Türkleri değil düşmanı da zor durumda bırakıyordu. Harry Baker adında bir erin şu sözlerinden durumun vahametini anlayabiliriz. “…Havada korkunç bir koku vardı, benden önce oraya gitmiş birine “Bu koku da ne?” diye sordum. “Siperimizin önünde yatan ölüler” dedi. “Bizim önümüzde Hant ve Worcester’lardan 700, sağda da Anson Taburu ‘ndan 800 kişi yatıyor. Orası iki mil ötedeydi ve koku bizim bulunduğumuz yere kadar geliyordu. Bu ölüm kokusunu içinden çıkartıp atamazsın. Onu hala hissederim.” (Er Harry Baker)
Ve yine hastalıkların hızla yayılmasına mahal veren en büyük etkenlerden biri de sineklerdi. Kısa zamanda üremeleri için şartlar gayet uygundu.Er Harold Broughton ” En büyük bela sineklerdi. Milyonlarca sinek vardı. Siperin bir yanı kara bir kütleyle kaplıydı. Açtığın her şey, örneğin bir teneke et, bir anda sineklerle örtülürdü. Bir kutu reçel bulacak kadar talihliysen açtığında önce sinekler dalardı içine. Sinekler ağzının çevresinde, yaralarının, çıbanlarının üzerindeydi. Vücudunun bir yerini açtığında hemen sineklerle kaplanırdı. Bu gerçek bir lanetti. ” diyor sinekler için.
Aslında haklıydı, sinekler taraflar için ayrı bir tehditti. Sinekler mikrobik hastalıkların artmasına sebep oluyor, askerlerin yiyeceklerine ortak oluyorlardı.
Askerlerimizde genellikle görülen yaralar bomba, şarapnel ve piyade mermilerinin sebep olduğu yaralardı .Bir başka sıkıntı ise tıbbi teçhizatın yetersiz olmasıydı. İlaçlar sınırlı sayıdaydı, pamuk ve sargı bezleri ise çoğu zaman yetersiz kalıyordu.Bu nedenle ameliyatlar sağlıksız koşullarda yapılıyordu. Ameliyat malzemelerinin yokluğu askerlerin operasyon esnasında büyük acılar çekmesine sebep oluyordu. Kurtulmayacağı düşünülen yaralıların dillerinin altına morfin tableti koyularak hiç değilse acıların dinmesi amaçlanıyordu.Asıl sıkıntılardan bir diğeri de suydu. Su olmadığı için ya da mevcut kaynaklar temiz olmadığı için askerler temizlenemiyor, hastalanıyor ve bitleniyordu. Bit salgınına karşı önlem olarak; çamaşırlar sahra fırınlarından ve hatta ekmek fırınlarından geçirilse de vücut temizliği yapılamadığı için salgın kesin olarak önlenemiyordu. Kelimelerle tarifi İmkansız olan bu cephe şartlarım belge niteliğindeki hatıralarla değerlendirelim. Askeri Dr. Salih Dörtbudak hatıralarında çizdiği tablo şöyle;
“Sadece Anafartalar – Arıburnu hattında 6-22 Ağustos 1915’de 18 bin şehit verdik. En az otuz-kırk bin yaralımız oldu. Sahra hastanelerinde doktorlar günlerce uykusuz yaralllara hizmet veriyorlardı. Böyle bir hücum gününde sedyeciler hiç durmadan yaralı taşıyor, doktorlar sadece durumu hafif olanları tedavi edebiliyor ve bir de komuta merkezinde olan rütbelilerle uğraşabiliyordu. Hayatlarından ümit kesilenlere bakılamıyor, onlar gölge bir yerde kendi kaderlerine teslim edilip şahadeti bekliyorlardı. ”
En zor görevlerden biri de ameliyatlardı, zira malzemeler eksik ve şartlar cerrahi operasyonlara müsait değildi. Yapılan ameliyatlarda hijyen sağlanamadığı için yaralar temizlenemiyor, enfeksiyon kapıyor ve iyileşme süreçleri olumsuz yönde etkileniyordu. Hasta ve yaralıların bakımlarında suyun eksikliği tedavilerin cevapsız kalmasına sebep oluyordu.
Bu şartlar altında cephedeki sağlık hizmetlerinin yürütülmesi, önceleri hasta ve yaralıların 9. Ve 19. Tümenlerin seyyar hastaneleri ile Çanakkale merkez hastanesine nakledilmesi kaidesine dayalıydı.
Bir asker yaralandığında ilk etapta çantasına dikilmiş olan “harp paketini” yani acil yardım takımını kullanarak yarasını kendisi sarmaya çalışırdı. Yarasının durumuna göre kendisi ya da diğer erlerin yardımıyla, siperlerin hemen gerisinde hazır bulunan, ateşten korunaklı “yaralı yuvaları” na gelirlerdi.
Eğer yaraları ayakta tedaviye mahal vermiyorsa sıhhiyeciler tarafından hemen sargı yerlerine nakledilirlerdi. Sargı yerlerinde tedavisi ya da ameliyatı gerçekleşen askerlerin durumları İyiyse hafif yaralı toplama yerlerine gönderiliyor; yarası ağır olanlarsa sıhhiye arabalarının durak yerlerine gönderiliyorlardı. İl Bu arabalar gazileri büyük sargı yerlerine bırakıp vakit kaybetmeden sargı yerlerine geri dönüyorlardı.
Gece gündüz demeden hasta ve yaralı taşıma işlemi devam ediyordu. Ancak donanma ve İngiliz uçaklarının büyük sargı yerlerine yaptıkları bombardımanlar sebebi ile taşıma işlemi geceleri yapılmaya başlanmıştı. Üstelik bu saldırılar sadece sargı yerlerine değil hastane gemilerine, yaralı taşıyan vapurlara da büyük güçlükler çıkarmıştı. Bakın savaş suçu olan bu saldırılardan bir tanesini ilk Türk hemşiresi Safiye Hüseyin Elbi nasıl dile getiriyor. “Yine bir gün yaralıları aldık dönüyorduk. Etrafımızda müthiş gürlemeler oldu. Dehşetli gülle yağmurunun altında kaldık. Reşitpaşa Vapurunun sağma soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar. Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki, tasavvur edemezsiniz. Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyordu. Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı. Biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk. Bundan sonra düşman âdet edinmişti. Ne zaman Reşitpaşa vapurunu görseler tepemize İngiliz işaretli bir teyyare dikiliyor, düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu. Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk. Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk. İstanbul’a “Reşitpaşa Vapuru battı” diye haberler gitmiş. İstanbul’a döndük ki, herkes vapur batmış zannediyordu. Akrabam matem içinde, İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahiretten dönüş faslı vardır. ”
Sağlık Ordusunun Sancaktarı; “Hilal-i Ahmer”
Şüphesiz ki zafere olan İnanç bütün gayretlerin tetikleyici unsuruydu. İşte bu inanç ve azimle, millete adeta hayat aşılayan Hilal-i Ahmer Cemiyeti hiçbir güçlükten yılmamış, doktorlarından, hastabakıcısına kadar bilfiil savaşa iştirak etmişti.
Hastanelerin yaralı ve hastalarla dolup taştığı dönemlerde Hilal-i Ahmer 5.Ordu’nun en büyük destekçisi olmuştu. 5.Ordu’nun 29 Mart 1915 tarihindeki talebinde, cemiyetten Anadolu ve Rumeli taraflarından 100′ er hasta kapasiteli 14 tane istirahathane ve Gelibolu’da 200 yataklı ve 4 tabipli bir hastane kurulması isteği dile getiriliyordu.
Bu talebi hemen ardından Hilal-i Ahmer Cemiyeti kara çıkarmalarının başlamasına yaklaşık iki hafta kala -l I Nisan 1915 tarihinde- başkanlığını Dr. Talha Yusuf Bey’in yaptığı bir sağlık heyetini Gelibolu ya gönderdi. 14 Açılan bu hastane yatak sayısını 300’e çıkarmıştı. Ancak İngiliz uçaklarının saldırıları yüzünden iki ay hizmet verebilmişti. Gelibolu’dan Şarköy’e taşınmak zorunda kalan hastane burada bir ay süresince görev yapıp Tekirdağ’a taşınmıştı. Hilal-i Ahmer’in tahsis ettiği bu hastane 8 ay görev yapmış ve 1000 den fazla hastayı tedavi etmişti. Cemiyet açtığı hastaneler ve verdiği hizmetlere, hasta ve yaralıların taşınması probleminin çözümünde rol oynayarak devam etmişti. Nakliye için hastane gemilerine dönüştürülen gemiler hazırlamıştı.
Hastane Olarak Kullanılan Vapurlar
Şirket-i Hayriye 60 Numaralı Vapuru (300 yatak)
Şirket-i Hayriye 61 Numaralı Vapuru (300 yatak)
Şirket-i Hayriye 63 Numaralı Vapuru (300 yatak)
Şirket-i Hayriye 67 Numaralı Vapuru
Şirket-i Hayriye 70 Numaralı Vapuru
Akdeniz Vapuru Hastanesi
Gülnihal Vapuru Hastanesi (700 yatak)
Reşit Paşa Vapuru Hastanesi
Ayrıca 4 adet toplam 1600 yataklı şehir hatlarından hasta nakliye gemileri…Verilen ilanlarla Türk kadınları hastabakıcılık hemşirelik görevlerine davet edilmişti. Hanımlarımız şefkat dolu yürekleriyle davete icabet etmişler, Hilal-i Ahmer in düzenlediği hastabakıcılık derslerine katılmışlardı. Konferanslar dinlemişler ve eğitimlerini tamamlamışlardı. Cemiyet, 353 hanımın 284 ünü kendi hastanelerinde istihdam edip geri kalan gönüllüleri de ihtiyaç duyulan yerlere yönlendirmişti.
Çanakkale Savaşlarında Yaralıların Tedavi Gördüğü Harp Hastaneleri
1.Fırka Seyyar Hastanesi
8.Fırka Sıhhiye Bölüğü Hastanesi
5.Ordu Menzil Müfettişliğine bağlı Karargâh Hastanesi(Kocadere batısında)
15.Kolordu 2.Fırka Seyyar Hastanesi
52.Fırka Sıhhiye Bölüğü
9.Fırka Seyyar Hastanesi Serafim Çiftliği civarında altı seyyar hastane)
2.Fırka Seyyar Hastanesi (3 seyyar hastane) 7.Fırka Seyyar Hastanesi (Kitre civarında ve Soğanlıderede)
6.Fırka Seyyar Hastanesi(Havuzlar ve Alibey Çiftliği) I I .Fırka Seyyar Hastanesi (Havuzlar ve Alibey Çiftliği)
14.Fırka Seyyar Hastanesi (8 seyyar hastane)
10.Fırka Seyyar Hastanesi (Havuzludere)
20.Fırka Seyyar Hastanesi
14.Fırka Çanakkale Grubu Seyyar Hastanesi (Sevk Mecruhin Hastanesi)
12.Fırka Seyyar Hastanesi( Çamburnu )
15.Fırka Seyyar Hastanesi (Soğanlıdere Aramaz mevkiinde)
3.Kolordu 16.Fırka Seyyar Hastanesi
18.Fırka Seyyar hastanesi
19.Fırka Seyyar Hastanesi(Güzeldere mevkii,Ağadere’de,Çamburnu ve Bigalı deresinde) 12 Akbaş Nakliyat Hastanesi
13.Kolordu 56 nolu Seyyar Hastane
16.Kolordu Hastanesi ( Kilya batısında)
16.Kolordu 8.Fırka Seyyar Hastanesi (Eriklice’de 13 seyyar hastane)
18.Kolordu Seyyar Hastanesi (3 seyyar hastane )
18.Kolordu 51 .Fırka Seyyar Hastanesi
7.Fırka Seyyar Hastanesi(Ağır yaralılar Yalova köyü ve Soğanlıderede)
24.Fırka Seyyar Hastanesi
33.Fırka Seyyar Hastanesi
38 Fırka Seyyar Hastanesi
45.Fırka Seyyar Hastanesi
2.Fırka Seyyar Hastanesi (Soğanlıdere’de)
12.Fırka Seyyar Hastanesi(Soğanlıdere’de)
3.Kolordu 5. Seyyar Hastane(Havuzlar)
3.Kolordu I Seyyar Hastane (Ağaderesi)
3.Kolordu Şimal Grubu Ağır Mecruhin Hastanesi
4.Fırka Seyyar Hastanesi(Ağaderesi)
9.Fırka Seyyar Hastanesi(Ağaderesi)
9.Fırka Sıhhiye bölüğü (Avcılar Sırtı)
1.Fırka Seyyar Hastanesi( 2.seyyar hastane)
2.Ordu Seyyar Hastanesi(Keşan’da üç menzil hastanesi) 2.0rdu l.Fırka İşkodra bölüğü Sıhhiye bölüğü(2 seyyar hastane)
2.Kolordu 2.Fırka emrinde 5 seyyar hastane(üç hastanesi Havuzlar’ da)
9.Kolordu Şimal Grubu Ağır Mecruhin Hastanesi(7 seyyar hastane (Dr.Tatar İsmet Bey)
4.0rdu Harp Hastaneleri( 6 menzil hastanesi ve ayrıca seyyar hastaneler)
4.Kolordu 2.Fırka Seyyar Hastanesi
5.0rdu 5.Fırka Seyyar Hastanesi
Kolordu Merkez Askeri Hastanesi ve bağlı 4 seyyar hastane
5.KoIordu 3.Fırka Sıhhiye Bölüğü Hastanesi
Kolordu’ya mensup Sıhhiye Hastanesi 1 1 .KoIordu Cenup Grubu Sevk Ağır Mecruhin Hastanesi
14.KoIordu 2.Fırka Ağır Mecruhin Hastanesi
Anafartalar Grubu Ağır Mecruhin Hastanesi
13.KoIordu Seyyar Hastaneleri (2 seyyar hastane) 13.KoIordu Merkez Hilâl-i Ahmer Hastanesi (Kasırlar Hastanesi)
5.0rdu Menzil Müfettişliğine bağlı Şarköy 5.MenziI Hastanesi
Arıburnu Muharebe Hattı Hastanesi
Zığındere Harp Hastanesi
Sevkiyat Hastaneleri Akbaş Sevkiyat Hastanesi
Kilitbahir Harp Hastanesi
Ilgardere Hastanesi (Gelibolu 10 Tümene bağlı seyyar hastane)
Galata Köyü (Gelibolu)
HiIâI-i Ahmer Hastanesi
(8.Fırka emrinde 200 yatak)
Bugün Çanakkale, gören’ gözlere 191 Osmanlı’sından bir derstir bizlere… O hatıraya her baktığımızda şanlı ecdadımızın bizlere derinden ve sessiz bir mesaj verdiğini anlamak hiç de zor değil Çekilen acıların, verilen mücadelenin ve kazanılan zaferin bugün bizler için olduğunu haykırıyorlar aslında.
Yetişen nesillerin şehit dedelerimizi tanıdıkça, onları daha iyi anlayacaklarını ve onların izinden devam edeceklerine inanıyorum. Aziz vatanın selameti uğruna kendi hayatlarından feragat eden şanlı ecdadımızı saygı ve minnetle anıyorum.
KAYNAKÇA
- Birinci dünya savaşında sağlık ordusu Necmettin ÖZÇELİK
- http://www.canakkalemuzesi.com
- T.C.SAĞLIK BAKANLIĞI sağlık ordusu (hazırlayanlar) Necmettin ÖZÇELİK, doc. Dr Mehmet Ali BEYHAN, Ahmet ERYÜKSEL, Feyzuııah AKBEN. Ekim2008
- T.C.SAĞLIK BAKANLIĞI sağlık ordusu (h azırlayanlar) Necmettin ÖZÇELİK, doc. Dr Mehmet Ali BEYHAN, Ahmet ERYÜKSEL, Feyzuııah AKBEN. Ekim2008, SAYFA 108 ve sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Hasta Hakları Şube Müdürü Mehmet Kaymakçı mn “Sağlık ordusu” adlı yazısı.
- Dr Lokman ERDEMİR, ÇANAKKALE BİR MİLLETİN VAROLUŞ DESTANI, Çamlıca Yayınları
- Aydın AYHAN 4-6 Kasım 2010 İstanbul Tıp Tarihi Kongresinde Sunduğu Tebliği
- ATEŞE askeri tarih yayınları no:3, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi
- Osmanlı devri birinci dünya harbin 5. cilt 3. Kitap
- http://www.canakkalemuzesi.com
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.