Çanakkale ile ilgili pek çok kişiye az ya da çok, kitaplardan veya şahıslardan bizlere duygulandıran gözlerimizi yaşartan, kahraman dedelerimizin hikâyelerini duymuştur şimdi o hikâyelerden bir kısmını okuyarak Çanakkale’yi manevi anlamda hissedelim.
Bir Anzak Askerinin Hatıralarından
Olay Avustralya’da geçer Debbie Reys adındaki kişi bir gün dedesinin yıllar evvel yaşadığı evi ziyarete gider. Dedesi Elion Cambell ise eski bir Çanakkale gazisidir. Dedesinin evini ziyaret esnasında dedesine ait hatıralar dikkatini çeker. Dedesi bu savaş hatıralarının bir yerinde savaş aralarındaki ateşkesten bahsetmektedir
Ateşkes esnasında Türkler şehitlerini gömüyorlardı. Arkadaşlarımızdan birkaç kişi gönüllü olarak onlara yardım etmek istedi ve korkunç görevde dost ve düşman işbirliği yaptılar. İşte bu sırada yapılan karşılıklı konuşmalarda açtığını hissettiren bir Mehmetçiğe, Avustralyalı kahraman siperine giderek biraz sığır bifteği ve bisküvi getirdi Mehmetçik bu hareket karşısında hislendi hareketlerinde bu hissin ifadesi vardı. Sonunda görev tamamlanmıştı. Her iki tarafın da askerleri siperlerine çekilmiş bekliyordu. Vurulan silah arkadaşlarına son vedalaşma bitmişti
…Türk subayı birkaç adım ilerledi ve selam verdi. Bizim subaylarımızda selam aldılar. Böylece ateşkes sona ermişti. Düşmanlarımızın nezaketinde bir yüce ruhluluk bir asalet vardı. Dünya şövalyeliğinin kutsal emaneti sanki onlardaydı…
Birkaç hafta sonra Avustralyalı askerler Türk siperlerine karşı büyük bir saldırıya geçtiler. Bu saldırıda çok can kaybedildi. Mücadelenin şiddetli bir anında Avustralyalı bir asker ağır bir şekilde yaralanarak Türk siperlerinin yakınına düştü. Siperler arasında kurtarma imkânsızdı artık yaralı asker acılı bir can çekişmeyle, yanı başındaki ölümü bekleyecekti. Ama orada ölümden başka kol gezen şeyler de vardı. Hayat gibi, insanlık gibi yiğitlik gibi…
Mermi yağmurunun ortasında bir Türk siperden fırlayarak yaralı askerimizi sırtına aldı ve bizim hatlara doğru taşımaya başladı. Türk sırtındaki Avustralyalı ile birlikte yaralanmadan siperimizin korkuluklarına ulaştı ve sırtındaki arkadaşımızı kıyıdan aşağıya yavaşça bıraktı. Sonra bu Türk Kendi hattına doğru yöneldi. Fakat birçok yerinden yaralanıp düşmeden önce ancak üç ya da dört adım atabilmişti. Ve dolayısıyla şehit düşmüştü. Meçhul bir şekilde fakat, hiçbir şekilde unutulmayacak bir kahraman olarak şehit düştü. Yaralı Avustralyalı aç Türk’e sığır bifteği ve bisküvi getiren askerdi. O’nu sırtında siperlerimize taşıyan Türk onun kumanya verdiği askerdi.
Gazanfer, Muzaffer, Mücahit !
Osmanlı Devleti uzun yıllar yabancıların zihinde kendinden kurtulunması gereken bir düşman olarak görülmüştür. Zira onun dağıttığı adaletten rahatsızdırlar. Onun gücü yabancı devletlerin serbest hareketlerini engellemektedir. Fakat bir süredir hasta olan bu gazi devlet yabancı sömürgecilerin iştahlarını kabartmaktadır Bu nedenle gözler Osmanlı’nın üzerine dikilmiş zayıf anları kollanmaya başlanmıştır. Sadece yabancı devletlerin askerleri askeri stratejileri değil zamanın gazetecileri de Osmanlı topraklarında cirit atmaktadırlar. Hatta bu serbest harekât sırasında Osmanlı tebaası içinde ayrılık tohumu bile ekmektedirler. Ama bazı gazeteciler insafa gelerek hakikati inkâr etmekten de geri kalmamışlardır.
Osmanlı’nın fiilen nihayete erdiği günlerdir. Yine Türkiye Devleti’nin kurulması aşamalarında Anadolu’da yeni bir varlık yokluk savaşı verilmektedir. Bu savaş Kurtuluş Savaşı’dır. Fransızların ünlü Le Monde gazetesinin muhabirliğini yapan Türkolog da o günlerde bu savaşı takip etmektedir. Meraklı gözlerle çevrede şahlanacak bir Osmanlı kuvveti var mı diye araştırmaktadır. Halbuki baktığı her tarafta açlıktan sefaletten başka bir şey görmemektedir. Evet Anadolu neredeyse tükenmektedir. Zira Anadolu yaklaşık bir asırdır devam eden savaşlarda defalarca boşalmış ciğerpareler gitmiştir ve bir daha geri dönmemiştir. Her tarafı yıkılmış insanları perişan bu ortamlar içinde gezegen muhabirinin yolu Eskişehir istasyonuna uğrar. Şöyle bir etrafı gözlemler. Manzara diğer yerlerden pek de farklı değildir. Çevre dul ve yetimler ile doludur. Fakat bir şey görür ki buna yürek dayanacak gibi değildir.
7-8 yaşlarında üç çocuk tüm dünyayı unutmuşçasına oynamaktadır. Çocukların ayakları çıplaktır ve üzerlerinde sadece çuval vardır. Çuvalların boyunları delinmiş ve çocukların başları oradan dışarıya çıkarılmıştır. Kolları da aynı şekilde yanlardan.
Gazeteci dayanamaz yaklaşır sorar:
-Evladım baban nerede?
-Babam Çanakkale’de vatan için öldü.
-Sen?
-Benim babam da Yemen’de din için öldü.
Üçüncü çocuk da aynı cevabı verir.
-Burada bir ebe annemiz var bize o bakıyor.
Derken yaşlı bir kadın istasyon civarındaki kulübesinden çıkar bağırmaya başlar:
-Gazanfer, Muzaffer, Mücahit! Çorba yaptım gelin için!
Yoksundurlar, açtırlar üstte başta yoktur çuval giymektedirler.
Ama isimleri Gazanfer, Muzaffer, Mücahit’tir.
“Bu millet yenilmez!” der. Le Monde muhabiri.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.