Türk milleti, tarihin beşiğine adım atalı asırlar geçti. Genel Türk tarihine şöyle bir göz gezdirdiğimizde bile büyük kahramanlıklara, büyük cesaret örneklerine rastlamak hiç de zor olmayacaktır. Orta Asya’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Orta Doğu’da, Afrika’da bu medeniyetin izlerine rastlamak günümüzde hâlâ mümkündür ve tarihe atılan 17 imzayı dört kıtada birden rahat bir şekilde görebilirsiniz. Osmanlı Devleti, ise bu medeniyetin belki de en ihtişamlı, süslü ve aynı zamanda güçlü imzalarından bir tanesidir.
Osmanlı Devleti, 20. asrın sonlarına gelindiğinde yaşlı bir cengâverdi. Avrupalı aç medeniyetlerin hasta adam gözüyle baktığı bu ihtiyar kendini gençleştirmenin yolunu aradı durdu. Evet, farkındaydı her şeyin belki fakat üzerine uygulanan senaryo öyle güzel hazırlanmıştı ki belini her doğrulttuğunda yeni bir darbe hemen sırtında patlıyordu. Trablusgarp ve Balkan Muharebeleri son dönemeçte en büyük darbeyi indirmişti yaşlı cengâverin sırtına. Ve satranç tahtasında oynanan son taş, yapılan son hamle; Büyük Savaş…
Bazı kitleler her ne kadar bu olaya, ikincisi vuku bulduktan sonra Birinci Dünya Savaşı ismini verseler de Büyük Savaş tabiri yaşanan yıkım ve ortaya çıkan felaketi bize daha iyi anlatmaktadır. Özellikle Avrupa kıtasında ortaya çıkardığı yıkım bugün bile en yakınımızdaki Ortadoğu’da üzülerek izlediğimiz yıkımlardan ve felaketlerden daha fazladır. Osmanlı Devleti ise bu savaşa belki de en şanssız taraflarından bir tanesiydi. Şanssızlığı ise hedeflenen olmasından geliyordu. Sömürge simsarı olmuş devletler akbaba misali dolaşıyordu Osmanlı coğrafyasında. Yapılan gizli görüşmeler, düşünülen stratejiler, ağızlardan dökülen sözler büyük bir çınarı adım adım sona yaklaştırıyor gibiydi.
Savaşın sebebi ise aslında sessizlikti. Evet, büyük bir sessizlik. Avrupa’da ortaya çıkan büyük mücadelelerden sonra başlayan durağanlık aslında bu büyük fırtınayı hazırlayan sebeplere zemin hazırlamıştır. Sömürge, silah, insan gücü yarışı; hanedanlar arasındaki üstü kapatılmış sorunlar tekrar hortluyordu. Ve nihayetinde son nokta 28 Haziran 1914. Kıta Avrupası’nda büyük yıkımın belki de bütün kıtada duyulan en yüksek çan sesi.
Peki ya Osmanlı? Kilise çanına, asırlardır gösterdiği dini hoşgörüden ötürü alışkın olan Osmanlı çanların kendisi için çaldığını acı bir şekilde anlıyordu. Fakat bu büyük medeniyete mensup bu büyük devletin insanları en az tarihleri kadar büyük olan ve büyük bir sevda taşıyan gönülleriyle, gönülden çarpışmaya alışmışlardı.
Osmanlı, her ne kadar bu savaşta başta tarafsız kalmak istese de bu mümkün olmadı. Hedefti çünkü. Masanın tam ortasındaki soslu bir Noel hindisiydi. Hindinin en lezzetli yeri “Boğazı’ydı”. Çünkü boğaz vücudu kafaya bağlayan bölgedir. Başkent İstanbul ve diğerleri. Arada ise dar bir boğaz ama çok lezzetli.
19 Şubat 1915’te başladı ziyafet lakin bir terslik vardı. İhtiyar cengâverde hala iş vardı. 18 Mart günü hindiden büyük bir parça koparmaya uzana ele Türk topçusu öyle bir karşılık verdi ki ağızlarından akan suda kendi gemileri boğuldu sanki. Cevat Paşa, büyük kumandan, dedi ki “Gittiler, geçemediler, geçemeyecekler.”
Durmadılar, bu kez plan mükemmeldi. Yedi düvelden topladıkları insan sürüsüyle saldırdılar Gelibolu’ya. Senelerdir sömürdükleri yetmiyormuş gibi bir de adamları can pazarına getirdiler. Hem de bu can pazarında avcılardan biri Türk’tü. Maalesef şanssızdılar. Şanssız oldukları kadar da haksızdılar. Hangi istila haklıdır ki ya da hangi müdafaa haksızdır. Şimdi sakın masum rolü oynamasın kimse. Belki buraya istilaya gelen Thomas suçsuzdu ama lordları ve prensleri asla ve asla masum rolü kesmesinler.
Ve savaş bitti Mehmet, sahibi olduğu toprağın değerini çok acı bir şekilde gene tecrübe etti. Madalya verdiler Mehmet’e ama o madalya istemiyordu ki o beşikte bırakıp geldiği bebesini görmek istiyordu, o daha doyamadığı eşine tekrar sarılmak istiyordu. Sana madalya yeter dediler ve Çanakkale’den başka bir Vatankale’ye gönderdiler ya da sürdüler Mehmet’i asitli suya bandırıp astılar ipe kurusun diye daha da göremez artık bebesini Mehmet. Sahi sene kaç?
Çanakkale bitti 1916’da ama 1918’de Osmanlı gitti. Peki, durur mu bu kökü yerin kat kat altına girmiş medeniyetin torunu? Yok, sakın bunu beklemeyin. Durmaz çünkü durmadı da. Mücadele hiç durmadı. Hatta ve hatta azıcık nefeslenelim bile demediler. İlk kurşun sıkıldı yaltakçı işgalcilere
sonra bir tane daha bir tane daha oldu mu sana Milli Mücadele. Mehmet’i aldılar ipten hadi bir cesaret daha dedi komutan bak sarmaya doyamadığın Elif’in kağnıya atıldı, beşikteki beben sırtta kundaklı dedi komutan.
Peki, bu mücadelenin ruhu nereden geliyordu? Kaç senedir savaşmaktan bıkmadılar mı? Ne vardı sanki şu toprakta? Cevap çok uzakta değil. Hani 1916’da biten Çanakkale vardı ya, hani Arıburnu, Zığındere, Seddülbahir… İşte buralarda serpilen tohumlar Anadolu’da fidan oldu. Adı Elif oldu, Mehmet oldu. Ne varmış bu 1915’te demeyelim sakın. Hadi şimdi 2015’e gelelim.
Nasılsınız? Rahat mısınız? Türkiye çok güzel değil mi? Üniversiteler, hastaneler, enstitüler, barajlar, santraller, büyük şirketler, çok şey değişti. Fakat değişim iki yönlü ne yazık ki. Peki, nedir bu yönler diye sorarsanız gelişme ve gerileşme diyebiliriz. Ama biz bir konuda öyle başarılıyız ki belki bu konuda örnek teşkil ediyoruz. Nedir o? Gelişirken gerileşme. Umarız anlaşılmıştır. Bir tane daha özelliğimiz var ki dillere destan. O da unutkanlık. Sağ olsun medya öyle bir sarsıyor ki kafamızı belki de hızlı yaşlanmamızın sebeplerinden bir tanesi. İşte bu koşuşturmacada bir şeyi unutuyoruz ki hiç de iyi etmiyoruz.
Çanakkale’yi unutuyoruz. Sakın demeyin ne unutması 100 yıl oldu etkinlikler yaptık. Fakat bu yapılan etkinlikler kime hizmet ediyor. Hatırasına yapılan şehitlere mi, şehitlerin hatırasına mı, yoksa etkinlikleri organize edenlere mi? Neye hizmet ettiği önemli.
Velhasıl ortada bir ruh var gençler. Ve o ruhu oluşturanlar da gençtiler. Hatta sizden bile küçük olabilirler. Şaşırmayın, 2. Tümen’i hatırlayın.
Bizler ve gelecek olan nesiller, 100 yıl önce yaşananları bir daha yaşamamak için kendimize dersler çıkarmalıyız. Lakin yaşanması gerekiyorsa yaşamalıyız. Sahip olduğumuz değerlerden yeri geldiğinde fedakârlık yapmalıyız ki gelecek kuşaklara bir şeyler bırakabilelim. Kazandığımız zaferlerin, başarıların sadece iyi taraflarını değil, yapılan hatalardan da ders alarak yeni bir yol çizelim.
Geçmişini bilmeyen, kendisini tanımayan bir toplum hafızasını kaybetmiştir. Bütün insanlığın geçmişten cesaret almaya, onu öğrenmeye ve tecrübe kazanmaya ihtiyacı vardır. Onların torunları olduğumuzu unutmayalım ve unutanlara da hatırlatalım. Hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır metanetle çalışalım. Bize bırakılan emanete sahip çıkalım. Dünyada yaşanılan yenilikleri, gelişmeleri takip etmeli ve ince ince süzgeçten geçirip milletimize faydalı olacak hale getirmeliyiz. Bu kargaşa ortamında ulusal bir politika geliştirmeliyiz.
Zaman ilerledikçe gelecek olan nesiller bu değerlerden uzaklaşacaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” sözünden hareketle onları yetiştirelim. Unutmayalım ki anne ve baba da öğretmendir. Tarihlerini, dedelerini, yaşanılan zorluları, bunların sebeplerini ve sonuçlarını kısacası onların gerçeklerini masallaştırmadan, yalan yanlış safsatalarla doldurmadan aktaralım. Bu doğrultuda yeni aydınlar yetiştirelim. İyi bir doktor olalım çünkü hiçbir şey insanlığa hastalıklar kadar zarar veremez. İyi bir mühendis, polis, asker, bilim adamı, siyasetçi, ressam, sanatçı olalım. Mesleğimiz her ne olursa olsun severek ve layıkıyla yapalım. Kendimiz için değil, bağlı olduğumuz millet için bunları gerçekleştirelim. Tarihimiz boyunca başka milletlerin egemenliği altına girmeyi kabul etmedik. Şimdiden sonra da yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olarak kalmalıyız. Bunun için milli bağımsızlık bir hayat meselesi olmalı. Zaferi sadece savaşta galip olmak olarak görmemeli, askeri zaferlerin yanına ekonomik, siyasi, sosyal, zaferler eklemeliyiz. Atatürk ilke ve inkılaplarının gereğini yerine getirmeli ve ülkemizi çağdaş seviyeye yükseltmeliyiz.
Bütün bunları yapabilmek için ihtiyacımız olan sağlam bir akıl, güçlü bir iman ve uğrunda ölünebilecek bir vatandır. Bizlerde de, yetişecek olan nesillerde de bunlar mevcuttur ve mevcudiyetleri sağlanacaktır.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.