“Ayaşlıymış… Çanakkale’de 124’üncü Alay’da bulunmuş. Düşman kaçıncaya kadar Kirte’nin sağ cenahında Sığınderesi’nde kalmış. Düşman çekildikten on dört gün sonra dönmüş. Gözünün biri sakat. Çatlak kurşun kum torbasına çarpınca kum taneleri gözüne sıçramış; eski gözün yerine şimdi bulanık ve yek renk bir mavilik kalmış.
– Düşmanın girdiğini mi nakledeceğim.? Nasıl girdiği mi, nasıl çıktığımı mı nakledeceğim? diye sordu.
– Ne istersen anlat hemşehri, kulağım sende, dedim.
– Mayısta vardık biz. Velakin Mayısın kaçıydı, orasını bilemeyiz… Şimdi girdik müdafaaya… İşte düşmanla bizim istihkâmın arası elli metre kadardı. Neyse müdafaa ederdik. Cephemizde yedi tane (eliyle yan yana büyük büyük delik işaretleri yaparak) delik vardı, dedi.
– Ne deliği? dedim.
– Lağım deliği, lağım!.. Lağımın birisi bitti. Atacak olduk… Attık!.. Nasıl attık, bir yol onu tarif edeyim, olma mı efendi?
– Haydi bakalım.
– Emir verdiler, lağım atılacak bugün, dediler. Tarassudda dörder kişi kurşun atıyor, biz de nöbet bekliyoruz. Birbirimizi değiştiririz. Bizim fırka kumandanı geldi:
– Dört sekiz olsun, dedi.
– Dördünüz süngü takın, dördünüz kurşun atın, dediler. Kum torbasının üstüne süngüleri uzattık… Yani düşman bizi çokluk görecek ki o da kendi siperine asker yığacak. Lağım patlayınca çok telefiyat verecek… Şimdi başladık ateşe; derken o da başladı. Derken bir gır, gır, gır gitti gayrı. Bizimkiler lağımı doldurdular kum torbasıyla, ağzına kadar koydular. Fitil ateşlediler. Fitilin, efendime söyleyeyim, bir ucu tâ burda; bir ucu tâ orda!.. Fitil yana yana vardı, baruta değdi. Lağım patladı. Patladıktan sonra dağlar böyle devrildi.
Dilinin tasvir edemediği o dehşetli sahneyi ellerini açarak, kollarını havaya kaldırarak, gövdesini sallayarak daha canlandırmaya çabalıyordu.
– Devrilince düşmanın bacakları, kolları havada uçuşurken gördük. Ayak parçası, efendime söyleyeyim, insan kellesi, şapkası, gövdesi mövdesi, yani hepsini havanın yüzünde gördük… Sonra ateş bitti. Duman savuldu.
– Düşman nasıldı?
– Düşman gelemezdi ki!… Biz gece giderdik; çıkardık; kum torbasından aşardık. Ne kadar şehitlerimizin tüfekleri varsa, meselâ, toplardık. Ondan sonra on beş günümüz bitti mi ön siperde; ondan sonra ikinci ateş hattına çekilirdik, ikinci ateş hattında, ondan sonra siper kazardık. On beş günden sonra bize “değiş” gelirdi. Geriden gelenler ireldekilerden birinci ateş hattını teslim alırlardı… Hiç (elini göğsünden havaya, bir red, bir inkâr vaziyetine kaldırarak) gatiyen bir siper vermedik, Elhamdülillah dedi.”
KAYNAKÇA
- Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1990
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.