Düşmanın 18 Mart’ta yaşadığı hezimet, umutlarını yeni arayışlara çevirdi. Kazandığı zaferle tüm dünyaya yenilmezliğini kanıtlayan Türkler ise karşı tarafın bununla yetinmeyeceğini ve tekrar geleceğini düşünmekteydi. Nitekim onların düşüncesi de bu yönde oldu. Türkler bu muhtemel girişime karşı savunma önlemleri almaya başladılar. Müttefikler ise 75 bin kişilik bir kuvvet toplayıp tarihin sayfalarına kanla yazılacak çarpışmanın planını hazırladılar.
Boğaz, sadece donanmanın zorlamasıyla geçilemeyeceği için amfibi bir harekât yapmak şarttı. Gelibolu yarımadasına çıkarma yapmak için iki ana nokta belirlediler. Çıkarma için ön görülen bu noktalardan biri, yarımadanın güneyinde yer alan Seddülbahir Bölgesi diğeri ise daha kuzeyde olan Kabatepe Bölgesi’ydi.
Seddülbahir Bölgesi’nde ilk hedef olan Alçıtepe’ye ulaşmak için beş ayrı koydan çıkarma yapmayı planladılar. Bunlar: Yahya Çavuş’un düşmanın Truva oyununa kafa tuttuğu Ertuğrul Koyu (V Sahili). İngilizlerin belki de savaşın seyrini değiştiren büyük hatayı yaptıkları Pınariçi Koyu (Y Sahili), kahraman Türk askerinin etten kemikten duvar örüp düşmana geçit vermediği İkiz Koyu (X Sahili), adını ölümden alan Morto Koyu (S Sahili) ve kıyısındaki tellere düşmanın hayallerinin takılıp kaldığı Tekke Koyu’ydu (W Sahili). Bu koylardan Ertuğrul Koyu ve Tekke Koyu çıkarmanın ağırlık merkeziydi.
Aytepe ve Karacaoğlan Tepesi’nin çevrelediği, ortalama 300 metrelik genişliğe sahip bir plaj görünümünde olan Tekke Koyu, W sahili olarak adlandırıldı. Bu koy dik ve kayalık yarlarla çevriliydi fakat orada bulunan kum tepecikleri birer basamak görevi görüp denize bakan yamaca kolayca çıkma imkânı sağlıyordu.
General Aspinall Oglander Tekke Koyu’nu şu şekilde anlatıyor:
“Türkler, bu sahili, bir ölüm tuzağı haline sokmakta büyük ferasel ve zekâ göslermişlerdi. Su kenarına yakın olmak üzere, derin bir tel kuşak, bu çıkış yerinin hemen bir başından öbür başına kadar uzanıyordu. Sahilden birkaç yarda ileride, denize bir takım engeller konulmuştu. Bizzat sahilde de hayli lağım vardı. Cephedeki yamaçlarla her iki cenahtaki tepelerin zirveleri, kısa kısa siperlerle savunma altına alınmıştı. Tepelerde küçük delik ve kovuklarda saklı, hiç değilse, iki makineli tüfek, esas engelleri yan ateşe alıyordu.”
İtisnasız bütün İngiliz kaynakları, Ertuğrul Koyu’nda ve Tekke Koyu’ndaki Türk savunmasının makineli tüfeklerle sağlandığını yazmaktadır. Hâlbuki Arıburnu çıkarmasını karşılayan 27. Alay birlikleri gibi, 26. Alay birliklerinde de makineli tüfek yoktur. Çıkarma sırasında en yakın makineli tüfekler; Ertuğrul Koyu’na 4,5, Tekke koyuna 3 km mesafede, Zığındere Plajı’ndaki 2. tabur 6. bölük askerlerindeki, Müstahkem Mevki ‘den alınmış, 25 mm’lik Nordenfield marka bahriye makineli tüfekleridir.

Tekke Koyu’nda makineli tüfek olmasa da burada Türk savunması güney bölgesindeki diğer koylar baz alındığında daha iyi durumdaydı. Buraya çıkarma yapması tasarlanan ve sayıları 1000’i geçen Binbaşı Bishop’un Lancashire Tümeni’ne karşı, Binbaşı Mahmut Sabri’nin 26. Alay 3. Tabur’una bağlı 12. Bölük askerleri; yani 240 kişi bu koyu savunmaktaydı.
24/25 Nisan gecesi Gelibolu yarımadasındaki hava, fırtına öncesi sessizliği andırıyordu; rüzgârsız ve ılık.. Deniz durgundu ve gece aydınlıktı. Saat 06.00’ya geldiğinde Euryalus muharebe gemisi ile birlikte yakın sulara gelen çıkarma kafilesi, 40 civarında küçük deniz taşıt araçlarına yüklendi ve yan yana sekiz dizi halinde kıyıya 400 metre kadar yaklaştı.
Çok kritik bir döneme girilmişti ve bölüklerden ilk raporlar da bu dönemde yetişti. Alınan raporlarda hiç bir heyecan izi yoktu. Emredilen savunma düzenleri alınmıştı. Asker, savaşa çok istekliydi. Tüm hazırlıklar tamdı. Ve raporlar aynı cümle ile bağlanıyordu: “Gayret bizden, yardım Allah’tandır.” 3 Küçük deniz taşıtlarına ağır makineli tüfekler yerleştirilmişti. Sekiz makineli tüfekle ve donanma desteğiyle Tekke Koyu’nu şiddetli bir şekilde taradılar.

12’nci Bölük mevzilerinde hazırdı. Siperleri yığılıp çökmüş, kumlu yerlerdeki mevzi ve tel örgü hatları birbirine karışmıştı. Fakat bölüğün erleri bulabildikleri çukur ve sütrelere yuvalanıp eski düzenlerini bozmamışlardı. Yaklaşan düşman kafilesi gözleniyordu. Filikalar sığ sulara girdiği ve çıkarma kuvvetleri denizden karaya sıçrayacağı anda ateş serbestti. Hiç acele etmeden sabırla o anın gelmesini beklediler.
Taşıt dizileri kıyıya 40-50 metre kadar yaklaştığında her taşıt kendi başına kıyılara salındı. Türkler ilk atışlarını yaptıklarında, askerler denize isabet eden ilk kurşuna yüksek sesle gülüp alay ettiler. Birazdan başlarına gelecek felaketten haberleri yoktu.
Hattın güney ucundaki Deniz Astsubayı Alfred William o dakikaları şöyle anlatıyor: “Yaklaşırken deize baktım ve altımda kayalar gördüm. Hiç kum yoktu. Birkaç dakika böyle devam etti, sonra filikaları tutan halatı bıraktım ve kayaların sona erip kumluğun başladığı yere, sola doğru gitmelerini işaret ederek ben de hemen aşağı atladım… Kayaların üstüne çıkmak hiç hoşuma gitmemişti ve bundan ancak böyle kurtulabilmiştim. Tekneye birkaç kurşun saplandı ve bir ikisi de dümenciyle arkasında durduğumuz kalkana isabet etti. Bence ateş buharlı teknelerden çok filikalara yönelikti ve hatırladığım kadarıyla filikalar karaya oturmadan önce bazı kayıplar vermişti.” (Steel ve Hart)
Filikalar serbest bırakıldıktan sonra ciddi bir ateşle karşılaştılar. Bu ana kadar bekleyen 12. Bölük askerleri tarafından düşman taşıtları, kıyı sularına girdiği anda yoğun ve çok isabetli bir serbest piyade atışına tutuldu. İlk filika daha sahile yanaşmadan, Binbaşı Sabri Bey’in ifadesi ile ‘Senelerden beri rengini muhafaza eden denizin rengi, millet fedailerinin kurşunları ile düşman cesetlerinden boşalan kanlas değişti, taraflar arasında müthiş bir mücadele başladı. Biraz önce denize isabet eden kurşunlara gülenler, şimdi neye uğradıklarını şaşırdılar. Birkaç dakika içinde bir filikadaki otuz İngiliz askerinin yarısı öldü. Filikalar daha karaya oturmadan suya atlama emri verildi. Bazı askerler de ıslanan yüklerinin ağırlığıyla boylarını aşan denizde boğuldular. Cesetler suda yüzüyordu. Kıyıya çıkanlar ise devrilip oldukları yerde kalıyordu. Çıkarma kafilesi tamamen karıştı. Bazı taşıtlar yol değiştirip kanatlara kaçıştılar. Yirmi dört filikadan yalnızca iki tanesi kıyıya çıkabildi. Çıkanlarında tüfek mekanizmaları kumlar yüzünden bozuldu. İş bununla da bitmiyordu. Dikenli tel engellerini aşmak gerekiyordu. Yine bu süreçte de çok kayıp verdiler. İngilizler Tekke Koyu’nda tam anlamıyla bir kıyım yaşadılar.

Euryalus’un kaptan köprüsünden Seyir Subayı Yüzbaşı John Godfrey, Hunter-Weston ve Wemyss’in yanında bu karmakarışık sahneyi seyretmekteydi.
General ve Amiral ‘in ilk tepkileri, “Tanrım, karaya çıkamadılar!” oldu. Ama çıkmışlardı ve askerlerin boşalttığı filikaların bazılarının, küreklerinde sadece iki bahriyeli olduğu halde karadan ayrıldıklarını görebiliyorduk. (Steel ve Hart)
Saat 07.00’ye geldiğinde İngilizler yeniden harekete geçti. Dikenli telleri aşanlar sol yamaca tırmanıp Tuğgeneral Stewart Hare’in grubuyla birleşti. Bunlardan bir kısmı, gerileyen Türk askerlerinin peşinden gitti. Bu arada sağ yamaca da tırmandılar ve Türkler burada da gerileyip siperleri Lancashire birliklerine bırakmak zorunda kaldı. Kumsalın çevresinde geçici bir hat oluştu. Bir yandan sürekli takviyelerle beslendiler saat dokuza kadar en az iki taburluk bir kuvvet tüm kumsala yayıldı. Çıkarma hız kesmeden büyüyordu. Tekke sırtlarına ve Karacaoğlan Tepesi’nin güneydoğu yamaçlarına tırmandılar.
3. Tabur da ihtiyat bölüklerini alarma geçirdi. Mahmut Sabri’nin elinde o an sadece 11. Bölükten bir takım, 9. Bölükten iki takım ve iki takımlı bir istihkâm bölüğü vardı.
Saat 08.00’i geçerken ellerinde ağır makineli tüfek bulunan ve iki bölükten oluşan İngiliz kuvveti, İkiz Koyu üzerinden Karacaoğlan tepesine yaklaşmaya çalıştı. Binbaşı Mahmut Sabri, 9. Bölük askerlerini bu noktaya gönderdi ve yapılan bir taarruzla ilerlemelerini durdurdu. Ancak müttefikler hem makineli tüfeklerle hem Karacaoğlan Tepesi’ni geriden kuşatan birliklerle hem de Implacable savaş gemisinin bom- bardımanlarıyla 9. Bölüğü zor duruma düşürdü. Fakat onlar da W Kumsalında, sadece çıkarmalarda 11 subay ve 350 askerlerini kaybettiler.
Saat 09’00’da Essex Alayı koya çıkmaya başladı. Muharebe çok kızışmıştı. Kıyıya kurulan gözetleme yerleri sayesinde yaptıkları donanma atışları da artık daha isabetli olmaya başladı. Saat 10.00’a geldiğinde Karacaoğlan Tepesi için kıyasıya bir mücadele vardı. Türk birlikleri korkunç bir baskı altında kaldı. Bu baskıya dayanamayan takım geriye alındı. Ve böylelikle saat 11.00’de Karacaoğlan Tepesi düşmüş oldu.
İngilizler planlarının çok gerisinde kaldılar. Geceden önce muhakkak Alçıtepe’ye ulaşmak zorundaydılar. Türk tarafında ise durum çok vahimdi. Karacaoğlan Tepesinin düşmesi moralleri oldukça bozdu. Ellerinde ise 120 tüfek kadar bir ateş gücü kaldı. Ama asla pes etmek yoktu. Zira tabur komutanı “Dayanın evlatlarım; vatan selameti, gayret zamanıdır.” Sözleriyle askerlerini ayakta tutuyordu.
Kahraman 3. Tabur Komutanı Binbaşı Sabri’nin, durum hakkında sonradan verdiği uzun rapordan alınan şu şekildedir:
“Erat ve subayların gayret ve fedakârlıklarına güvenim vardı. Pek az sayıda da olsalar düşmanın üstün gücünü umursamayacaklarını biliyordum. Nitekim öyle de oldu. Erat hem ateş ediyor hem de büyük bir istekle süngü hücumu emrini bekliyordu. Kimsenin kendi kuvvetimizle düşman kuvvetini kıyasladığı yoktu. Tabur, 25-26 Nisan tarihlerinde, Seddülbahir kıyılarındaki direniş ve dayanmada subaylarının çoğuyla, erlerinin yarısından fazlasını kaybedinceye kadar son derece fedakârlık göstermekten geri kalmamıştı. Bu derece fedakârlık ve kuvvetli kalbe sahip bir asker takdir edilmez mi?”
Şimdi sıra Aytepe’deydi. Türk savunmasının batı kanadı 90 derecelik bir açıyla kuzeye doğru sarktı ve çok uzadı. Birliklerimiz çok zor durumdaydı Seddülbahir bölgesinde altı düşman taburunun karşısında üç Türk bölüğü duruyordu. Bir sorunumuz da cephane sıkıntısıydı. Fakat buna rağmen düşmanın baskısı art- tıkça askerlerimizin direnişi de sertleşti. Çarpışmalarin sonunda Aytepe’nin önünde bulunan küçük tepe düştü. Türk takımı bu kez Aytepe zirvesine tutundu. Birliklerimiz donanma ateşi için tamamen açık hedef haline geldi. Mevzilerimiz ağır tahribata uğradı.

Karşılaştıkları bu büyük direnişin karşısında İngilizlerin morali sarsıldı. Artık ileri hareketleri ancak subaylar, hatta karargâh kurmaylarıyla bizzat tugay komutanları ön saflara atılarak gerçekleştirdi. Bu yüzden çok sayıda subaylarını kaybettiler.
Seddülbahir’de çarpışan Türk taburu ise 22 Nisan gecesi uzun bir yürüyüş yaparak muharebe bölgesine yanaştırılmış ve bütün geceyi tabur bölgesini devralıp yerleşmekle geçirmiştir. Bundan sonraki günlerde de geceli gündüzlü eksik tahkimat, engelleme işleriyle uğraşmıştır. Tabur yaklaşık olarak 72 saat uykusuz ve ağır bir çalışma geçirdiği gibi aynı zamanda düşman gemilerinin bombardımanıyla da karşılaşmıştır.
Sabahtan beri bombardıman edilen Aytepe’de bütün siperler, tel engeller harap oldu. Burada bulunan Türk kuvvetinin sayısı 50 tüfek kadardı. Düşmanın en çok korktuğu el bombaları tükenmek üzereydi. Düşman Aytepe’nin önemli bir kilit noktası olduğunun farkındaydı. Bu yüzden buraya bir taburdan fazla kuvvet baskı yapıyordu. Subaylarıyla birlikte yeniden bir ileri harekette bulundular askerlerimiz daha fazla dayanamadılar ve saat 17.40’ta Aytepe düştü. Ertuğrul Koyu’nda kahramanca çarpışan Yahya Çavuş Aytepe’nin zor durumda olduğunu duyunca kendi inisiyatifini kullanarak Aytepe üzerine harekete geçti. Fakat o yetişene kadar Aytepe düşmüştü. Yapılacak bir şey kalmadığı için geri dönmek zorunda kaldılar.
Akşam çöktüğünde her iki taraf da fazlasıyla yıpranmıştı. Binbaşı Mahmut Sabri düşmandaki tutukluğu görünce 9. Bölük ve istihkâm bölüğünü hücuma kaldırdı. Kükremiş aslanlar gibi saldıran askerlerimiz düşmanı geri iterek kıyıya 200 metre kadar yaklaştı. Böylece zaman kazanmış olduk ve gece oldu.

Çok zor koşullarda muharebe eden 3. Taburun cephesi kırılmış, merkezdeki dayanağı kopmuş ve büyük kısmıyla mahkûm bir araziye düşmüştü. Görünüşte böyle bir cephenin yerinde durmasına olanak yoktu; fakat duruyor ve daha da duracaktı. Beklenen takviyelerle tekrar hücuma geçip İngilizleri denize dökmek umudu bile vardı herkeste. 29. İngiliz Tümeni’nin de durumu iyi sayılmazdı. Büyük kısmi, İkiz koyu-Tekke Koyu çizgisine çıkmış ama planları değişmiş, Ertuğrul kanadı, henüz denizde kalmış ve diğer çıkarma kanadı da daracık bir kıyı şeridinde sıkışıp kalmıştı. “Tekke Koyundaki hesaplaşmanın ilk bölümü böyle sonuçlandı. O gün Tekke Koyu’na çıkan İngiliz askerlerinden 6’sına en yüksek nişan olan Victoria Cross (VC) verildi. Karşısındaki Türk askerleri herhangi bir yerde isimleriyle dahi anılmıyor.” Fakat zaten onların amacı da isimlerinin bilinmesi değildi. Tek yürek, tek beden olan Mehmetçiklerin ağızlarından çıkan tek söz vardı, o da “Vatan sağ olsun!”
KAYNAKÇA
- MÜTERCİMLER, Erol: Korkak Abdül’den Coni Türk’e Gelibolu, Alfa Yayınları, İstanbul, 2005
- Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi V. Cilt II. Kitap Çanakkale Cephesi, Genel Kurmay Basımevi, Ankara
- ERDEMİR, Lokman, Çanakkale Savaşı Siyasi Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınevi, İstanbul,2009
- General C. F. Aspinall Oglander, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, Arma Yayınları, Istanbul, 2005
- GÜRSEL Göncü ve ALDOĞAN Şahin, Çanakkale Savaşı Siperin Ardı Vatan, MB Yayınevi, İstanbul, 2006
- ÇANAKKALE SAVAŞLARI ARAŞTIRMA VE TANITMA TOPLULUĞU, 25 Nisan 1915’ten Raporlar ve Günlükler, Kenan Ofset, İstanbul,
- http://commons.wikimedia.org/wiki/File:W_Beach_Helles_Gallipoli.jpg
- http://www.iwm.org.uk/collections/item/object/205071570
- http://www.iwm.org.uk/collections/item/object/205086904
- http://www.iwm.org.uk/collections/item/object/205248817
- http://www.iwm.org.uk/collections/item/object/205248816
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.