Yaralı askerlerimiz ameliyat edilirken küçük sopalara keçeler sarılarak askerlerimizin ağızına “ısır evladım” diye seslenerek ıssıttırıyorlardı. Ama tüm müdahale ve çabalara rağmen yaralı askerlerimiz kurtulamayarak şehitlik mertebesine ulaşınca sedyeciler şehitlerimizi alıp götürülerken doktor bey sedyecilere sesleniyordu:
“Evladım o şehidimizin ağzında ki keçe artık onun bir işine yaramaz. Ama biz burada başka bir yaralıyı ameliyat ederken bizim ihtiyacımızı karşılar” dediğinde şehidimizin ağzında ki keçeler alınınca bizim için kanını canını seve seve feda ettiği yetmiyormuş gibi bir de hatıra olarak o keçelere birer ikişer dişlerini bırakıyorlardı.
Çanakkale Savaşları esnasında cephelerde savaşan askerlerimizin üzerine yağan binlerce mermilere birçok askerimizi parçalayarak şehitlik mertebesine ulaştırıyordu. Bir kısmı da tonlarca toprağın altında kalarak havasızlıktan şehitlik mertebesine ulaşıyorlardı. Atılan mermilerle yaralanan askerlerimizin bir kısmı kolu ve eli parçalanmış vaziyette ve diğer yaralılar ile beraber sargı ocaklarına taşınırlarken oraya yetişemeden orada şehitlik mertebesine ulaşıyordu. Sargı yeri hastanelerine getirilen askerlerimiz ise sedyelerinde ve toprak üzerinde muayene sıralarını beklerken doktorların tüm müdahalelere rağmen yaralılarımızın birçoğu kurtulamadı… Sıra bekleyen yarası hafif olanlar da çok bekledikleri için kan kaybından onlarda şehit oluyorlardı. Doktorlar toplanıp bir karar aldılar. Öncelik yarası hafif olanların yarası sarılacak ve cepheye geri gönderilecek. Yarası ağır olup da kurtulamayacak durumda olanların ise kopmakta olan uzuvları toparlanıp bandajlanıp sarılarak eğer bulunabilirse bir gölgelik yere götürülüp yatırılacaktı. Ve bir asker elinde bir teneke su ve birazcık pamuk ile onların aralarında dolaşarak dudaklarına birer damla su damlatıp ta ki ALLAH’a son nefeslerini verene kadar rahat ve huzur içerisinde ruhlarını teslim etmeleri temin edilecekti.
Karar uygulanmaya başlanılır. Aradan on on beş gün geçince Sargı yerine yaralı olarak gelipte cepheye geri dönenlerin sayısında bir artış olur. O günleri yaşayan askeri Doktor Salih Dörtbudak şöyle bir anısını anlatır:
Öyle anlar geldi ki, yaralıların fazla olduğu zamanlarda yorgun ve uykusuz bir şekilde saatlerce yarılılar ile uğraşılıyordu. İşte öyle yoğunluğun yaşandığı bir anda, birkaç günden beri gelen yaralıların haddi hesabı yoktu. Hastanemizin kıdemlilerinden Doktor Kemal Beyin masasının üstüne yaralı bir vatan evladını yatırdılar. Eli ve ayağı parçalanmış yüzü gözü kan içerisinde ve karnı parçalanmış bağırsakları dışarıdaydı. Doktor Bey masasının üstünde yatan askere şöyle bir baktı. Kurtulma ümidi yoktu. Yapması gerekenleri yapmayı düşünürken, elinde bulunan gazlı bez ile askerin yüzünün gözünün kanını siler silmez, doktor avaz avaz bağırmaya başladı. “Gazlı bez getirin, tampon getirin, sıcak su getirin, neşter getirin” diye bağırıyordu. Ve biz de döndük, Kemal Bey’e doğru baktık. Öyle ya bir karar almıştık, masasının üzerinde ki yaralı vatan evladının kurtulma ümidi yoktu. Ona da yapılması gerekenler yapılıp bir gölgelik yere gönderilmesi gerekiyordu. Kemal bey de bizim baktığımızı görünce hemen sedyecilere seslendi. “Bunu da alın, bir gölgelik yere yatırın. Ama şehit olduğunda bana haber verin.” Sedyeciler masanın üzerinde yaralı askeri alıp götürdüler. Kemal beyin masasının üzerine başka bir yaralı asker yatırıldı. Bir diğeri bir başkası derken, aradan bir iki saat geçtikten sonra giden sedyeci askerler Kemal Bey’in karşısına gelip selam vererek “kumandanım söylemiş olduğunuz asker az önce şehit oldu, ne emredersiniz?…” Bir anda kemal bey olduğu yere yığılır kalır. Sıkar toprağı yumrukları ile ve başlar hıçkırıklar ile ağlamaya.
Doktor Salih Bey bu olayı görünce, hemen Kemal beyin yanına koşup gelir. Herhalde günlerce yorgunluk ve uykusuzluktan vücudu tamamen iflas etmişti diye düşünürken, elini Kemal beyin omzuna koyar ve der ki, “ya Kemal Bey siz alışkın olmalısınız. Bir günde yüzlerce asker senin kucağında şehit oluyor” dediğimde, O avucunda ki toprağı parçalarcasına gözünden akan sicim gibi yaşlar ile kafasını bana doğru kaldırdı ve “O benim oğlumdu” dedi.
Derman babasındaydı, çare babasındaydı. Ama ne o oğluna çare olabildi ne de derman. Çünkü yüzlerce binlerce vatan evladı vardı onu bekleyen, hepsi kendi öz canı ve öz kanıydı. İşte “ÇANAKKALE RUHU” budur. Çocuğumuzun tırnağına diken batıp, hapşırdığı zaman hemen hastanelere koşturuyoruz. Sırada bekleyip o sıkıntıları yaşarken bağırıp çağırıp isyan ediyoruz. Ama Çanakkale Savaşlarında sargı yerinde hastane çadırlarının önünde sırasını bekleyen yaralı askerlerimizin sesi bile çıkmıyordu. Ama bazıları vardı öyle bağırıp öyle isyan edip ağlıyordu ki, “ben bu kadarcık yara için mi geldim buraya beni bu kadarcık yara için mi getirdiniz buraya. Ben benden sonraki nesiller için kanımı canımı seve seve feda etmeye geldim.” Diye ağlaması isyan etmesi işte bunun içindi.
KAYNAKÇA
- 1
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.