Harp tarihine bakıldığında dünyanın kaderini değiştiren gerek ufak çaplı gerekse genişliği kıtaları aşan çok büyük çaplı muharebeleri görmekteyiz. Her muharebenin, her çatışmanın muhakkak bir nedeni mevcuttur. Lakin bu sebepler genelde siyasi tarihin konusu olduğundan burada yer vermek yahut örnek sunmak zaman kaybı olacaktır. Muharebelere döndüğümüzde ise ana etken her daim piyade olmuştur. Yani insan. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak insanı oldukça zorlayan savaş, can almasa bile insanın ruh halinde yahut fiziki görünüşünde derin izler bırakmaktadır. Her muharebe zordur ama muharip kuvvetlerin tamamını yani hem piyade birliklerini hem de mekanize birliklerini azami derecede zorlayan muharebeler kış muharebeleridir. Hemen geriye döndüğümüzde örnekleri özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda bolca mevcuttur. Stalingrad, Kış Muharebeleri hem şartları hem de sonuçları bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’ndaki Sarıkamış Harekâtı da kış muharebelerine verilebilecek belki de en güzide örneklerden bir tanesidir. Peki ya Çanakkale? Özellikle Türk tarihinde mühim bir yer teşkil eden bu muharebeler kış aylarının etkisiyle nasıl gelişme gösterdi? Sovyetlerin, Almanlara karşı en cesur ve en vahşi askeri olan General Kış, Gelibolu Yarımadası’nda hangi tarafın yanında savaşa dâhil oldu? Bu sorunun cevabı Türk tarafı için sevindirici; müttefikler için ise çok acı olmuştur. Bu çalışmada Gelibolu Muharebeleri’nde Arıburnu ve kuzeyindeki kış şartlarının askeri operasyonlara ve cephedeki günlük hayata nasıl tesir ettiğini dar da olsa çarpıcı örneklerle göreceğiz.
Kışın ayak sesleri aslında daha sıcağın kavurduğu Ağustos 1915’te duyulmaya başlandı ve hazırlıklar için kollar sıvandı. Bölgeye oldukça iyi tahkim edilmiş siper hatları, yağmurun etkisiyle toprağın yumuşaması sonucu yıkılmaya ve dağılmaya başlıyordu. Ayrıca lojistik desteğin sağlandığı yollar da yağmurdan ötürü bozuluyordu. Bunların tekrar yapılması gerekiyordu. Yağmur sadece siperleri toprakla doldurmuyordu siperlerin tamamen kapanmasına da yol açıyordu çünkü yeni açılan siperlerin çok azı kereste ile desteklenmişti. 21 Ağustos’tan önce kış hazırlıkları tartışmaları başladı. Hatta kış için gelecek erzakları toplamak amacıyla Gökçeada’da Kefaloz Limanı’nda bir depo kuruldu. Burada Arıburnu ve Anafartalar bölgesini kış için tahkim edecek malzemeler toplanmaya başlandı.
Muharebe içindeki bir harekâtın başarıya ulaşmasındaki en büyük etken lojistik destek ve yollarıdır. Bunu es geçmek yapılacak en büyük hata olacaktır. Ayrıca cephede yaralanan personelin de cephe gerisine taşınması en az gelen destek birimleri kadar önemlidir. İşte bu noktada Anzaklar olumsuz hava şartlarından ötürü iskelelerin yaralı sevkiyatında bir işe yaramayacağını düşünerek Arıburnu bölgesine 2000 yataklı bir hastane yapılmasına karar verdiler. Fakat ilk sıkıntı hastaneyi yapacak işçi sıkıntısıydı ve bu sorunu Rumlar ve Ermenileri işe alarak çözdüler. Ayrıca askerler de bu hastanenin inşaatında çalıştırıldı. Birinci Avustralya Hastanesi, Kuzey Sahili’nin güneyine çadırlar halinde yapıldı. Eylül ayı, çarpışmaların yanında yoğun kış hazırlıklarıyla devam etti.
8 Ekim 1915 akşamında kış aylarının ciddi anlamda ilk fırtınası başladı. Güneybatı yönünden esen sert rüzgâr, Arıburnu’nda bulunan iskeleleri bir güzel yıkamıştır. Bu bölgede bulunan layter taşıtlarından biri dalgakıranı yerinden sökerek 30 feet ileri taşıdı. Diğer bir layter ise Watson İskelesi’ne ciddi zarar vermiş ve ortadan ikiye ayırmıştır. Ayrıca tanklara bağlı su borularını da kırıp götürmüştür. Bu borular, su temizleme cihazlarına denizden su pompalanmasında kullanılıyordu. İki adet su gemisi de karaya oturdu. Ve Arıburnu’na yapılan su desteği geçici bir süreliğine kesildi. O gün 46.800 galon su bulunmaktaydı tamiratlarda beraber geçen üç gün sonunda bu sayı 24.000 galona düştü.
Arıburnu’nun coğrafi koşullarından ötürü William İskelesi fırtınadan hiçbir şekilde etkilenmedi. Bu sebepten dolayı müttefik kuvvetler Kuzey Sahili’ni ana liman olarak kullanmayı düşündü ve olası fırtınalardan etkilenmemesi için burada eski bir gemiyi batırmaya karar verdiler. 26 Ekim 1915’de ise eski buharlı gemi Milo yerini almıştı. Bu fırtına Anzak askerlerine ve komuta zincirine iyi bir ders verdi. Birdwood, herkesi alarma geçirdi ve kış hazırlıkları hızlandı.
Ayrıca bu fırtınadan sonra siperlere drenaj sistemi kuruldu. Bu drenaj sistemi Korku deresi içinde bulunan yolların da korunmasını sağladı. Hatta bu yollar mütareke döneminde dahi kullanıldı. Bu sistemi, bütün siperlere uygulanan bir kanalizasyon şebekesi olarak düşünebiliriz.
Almanya Sırbistan’ı işgal edince müttefikleri bir telaş sarmıştı. Çünkü Sırbistan’ın işgali ve Ekim 1915’te de Bulgaristan’ın; Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı yanında savaşa girmiş olması yeni alınacak önlemlerin habercisiydi. Artık Osmanlı ordusuna her türlü Alman yardımı kara yolundan gelebilirdi. Bunun üzerine Kitchener genel karargâha bir telgraf yazarak durumunu anlattı ve çok dikkatli çalışılması hususunda emir verdi. Ayrıca bir de önerisi vardı. Bu öneri yapılacak tahkimatın özellikle savunma üzerine olmasıydı. Fransa’da yapılan siperlerin Alman toplarına dayanıklı olduğunu bu sebepten aynı şeyi Gelibolu’da da yapılması gerektiğini tavsiye ediyordu.
27 Ekim’de denizin sert bir şekil alması denizdeki suyun karaya pompalanması işlemine son verdi. Altı layter ve bir kürekli tekne karaya çıkartılmış bu sayede iskeleler az bir zarar gördü. Görünüşe bakılırsa 8 Ekim 1915’deki ilk fırtınadan dersleri almışa benziyorlardı. Sonraki süreçte 14 Kasım 1915’e kadar hava çok büyük sıkıntı çıkarmadı lakin 15 Kasım 1915’de ciddi bir fırtına tekrar ortaya çıktı. Fırtına bu kez Watson İskelesi’ni tamamen kullanılamaz hale getirdi. William İskelesi’nde ise Milo gemisinin dalga kıran görevine rağmen gene de ufak hasarlar görüldü. Bu fırtınadan sonra o hafta içinde ilk defa Lord Kitchener ve diğer komutanlar tahliye konusunu gündeme getirdiler. Müttefiklerin başı, Türk askeri safında çarpışan kış ve şartlarıyla büyük dertteydi.
Büyük Kış Taarruzu Başlıyor
Artık kış rüzgârının savurduğu karlar,
Örttü sert, eğilmez çoban püskülünü,
Ve kurşun, boynu bükük zeytin dalını
Hepsinin kurşunu gümüş oldu bembeyaz.
Ve kıvrılan siperlerin arasında, Sahipsiz Bölge’de
Parlak kefeni yavaşça çekti üstüne,
Gömülmemiş ölünün
Malcolm Ross; Gömülmemişler
The Unburied
Yukarıdaki dizeler aslında çok şey anlatıyor bizlere. Büyük umutlarla ve heyecanla başlamış olan Gelibolu Harekâtı artık sona doğru yaklaşıyordu. Yeni planlanan harekâtın sağlıklı bir şekilde devam etmesi için meteoroloji alanında çalışma yapan subaylar çalışıyordu artık. Fakat bunların ne kadar işe yarayacağı merak konusuydu. İşe yaramadığı da çok yakın bir zamanda ortaya çıktı. Muharebe Eri Frederick Griffiths günlüğüne bu hususu şöyle not düştü.
“24 Kasım’da Genel karargâhın yayınladığı “Yarımada Haberleri” adlı küçük gazete kasımda havanın çok güzel olacağı ve ocak ayında fırtına bekleyeceğimiz yazıldığından havaların böyle iyi devam edeceğine inanıyorduk. Ama tahminleri çok yanlıştı.”
Tahminlerinin yanlışlığı 27 Kasım 1915’te şiddetli bir fırtına ile ortaya çıkmıştı. Şiddetli fırtınanın kırbaç darbeleri altında, deniz muazzam bir ejderha gibi kükrüyordu.
27 Kasım 1915 günü başlayan sert fırtına iki gün boyunca devam etti ve sonrasında kar şeklini alarak Gelibolu’nun beyaza bürünmesine neden oldu. Fırtınanın beraberinde gelen aşırı soğuk, ilerleyen süreçte birçok askerde soğuk ısırması adı verilen deri donmasına sebep oldu. Bomba Tepe mevkiinde bulunan siperler yedi feet derinliğinde su ile doldu. Fırtına asıl etkisini Anafartalar Bölgesi’nde gösterdi. Burada bulunan birlikler soğuğa daha çok maruz kaldı. Tepelerde hızlı bir şekil alarak gelen yağmur suları daha aşağı mevzilerde bulunan siperlerde sel etkisi yaratarak siperlere büyük hasar verdi ve içinde bulunan askerlerin boğularak ölmesine neden oldu. Bu nedenle ön hatlarda bulunan askerlerin geriye çekilmesi karar alındı ve ön hat siperlerinde sadece gezici devriye askerleri bırakıldı. Türklerin bu durumu avantaj olarak kullanamadığı da aşikârdı. Aslında Türklerin de aynı sıkıntıyı çektiği, selin beraberinde getirdiği Türk askerlerinin cansız bedenleri ile de doğrulanıyordu. Anafartalar’da donarak ölen askerlerin sayısı ile dondurucu soğuğun çok yakında olduğunu sezen müttefik kuvvetler derhal bu bölgelerde bulunan askerlerin tahliyesine başladı. Tahliye edilen askerlerin tablosu ise aşağıda ekte belirtilmiştir.
30 Kasım 1915-8 Aralık 1915 arasında tahliye edilenler;
Helles; 1459,
Anzac; 3246,
Suvla; 11.086,
Toplam; 15.791
Bunlardan ayak donması yaşayanlar;
Helles; 138,
Anzac; 414,
Suvla; 4243,
Toplam; 4795
Ölenler:
Helles-0
Anzac-1
Suvla-204
Toplam; 205
Ortaya çıkan tablo gerçekten acıydı. İki taraf savaşın başladığı günden beri karşılıklı birbirlerine zarar veriyorlardı. Bunda amaç elbette savaşı kazanmaktı fakat bir terslik vardı şimdi de. İki taraf da zarar görüyordu ama zarar veren karşılarındaki düşmanları değildi. Bazı Anzak ve Hint askerleri hayatlarında ilk defa kar ve soğuk görüyordu. Kar ve don orduların tepesine bir yumruk gibi iniyordu. Birkaç gün içinde yüzlerce kişi donarak öldü, sağ kalanlar ise bunu bütün gece yürümelerine bağlıyordu. Ancak bu çok zor bir işti. Er Ernest Lye, içler acısı durumlarından şöyle bahsediyor;
“Sabah ışığında dağın tepesi buzdan parlıyordu. Yürümek mümkün değildi; insan istediği yere kayarak gidiyordu. Kırık kol ve bacaklar pek çoktu ve bunlar İmroz’a Limniye, Malta’ya ve hatta İngiltere’ye gitmek demek olduğundan herkes bu insanlara gıptayla bakıyordu. Kaputlar öylesine donmuştu ki onları bükmeye çalışmak tahta bükmekten farksızdı. Bazıları nasıl olsa bir gün gelip kuruyacaklarını söyleyerek ıslak battaniyelerini çalıların üzerine attılar ve aradan bir saat geçmeden bunlar üç katlı kontrplak levhalar gibi ayağa dikiliyorlardı.”
Yaşanılan bu sonuçlar doğrultusunda ölmekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı. Fakat muharebe ortamının en acımasız gerçeği olan ölüm için bir neden gerekiyordu. Bu nedenle istilaya gelen askerlerde artık kalmamıştı. Ölmek için bir nedenleri yoktu artık. Diplomasi ve politika, ufak bir yarımadada birçok cana mal olmuştu onlar için. Türk tarafının ise ölmek için haklı sebepleri hâlâ vardı. Belki de tek dertleri kışa yenilmekti. Bir taarruzda dövüşerek ölmek daha kutsaldı çünkü onlar için. Peki, sonra ne oldu? İki taraf da ateşler yakmış, askerler bunların etrafına toplanmışlardı. Savaşı düşünen yoktu. Soğuğun şiddeti azalmaya başlayınca bir İngiliz makineli tüfeği ateşe başladı. Türkler hemen cevap verdi ve harp devam etti. Soğuk, işgalcinin ruhunu dondurmuştu fakat ülkesini, eşini, namusunu savunan Türk; 20 Aralık 1915 günü dizlerini çözdü ve doğruldu. Tekrar toprağında özgürdü. Ve Türk askeri, Kış’ı yenmişti.
KAYNAKÇA
- Bean, C.E.W., The Official History Of Australia In The War Of 1914-1918 Volume II The Story Of Anzac, University of Queensland Press, St.Lucia, Queensland.
- General C.F. Aspinall-Oglander, Gelibolu Askeri Harekatı,(çev.Tahir Tunay, Deniz Öyzb. M. Hulusi, Yarbay Sait Bey), Arma Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2005.
- H. Peter-S. Nigel, Gelibolu; Yenilgi’nin Destanı, (çev; Mehmet Harmancı), Epsilon Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, Mart 2005.
- James, Robert Rhodes, Gelibolu Harekatı, (çev; Haluk Saltıkgil), Belge Yayınları, 1965.
- Mororehead, Alan, Gelibolu, (çev. Ali Cevat Akkoyunlu), Doğan Kitapçılık, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 2000.
- Prior, Robın, Gelibolu Mitin Sonu, (çev: Füsun Tayanç-Tunç Tayanç), Aklıçelen Kitaplar, Ankara, 2012.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.