Vatan demek can demekti. Uğrunda gözünü kırpmadan, düşmanın üstüne atılan o körpecik hayatların analarının; evlatlarını kara toprak diye bağrına bastığı yerdi. Ne çok şeydi meğer vatan! Bayrağa al rengi veren, inancın yürekteki umutlarla birleştiği, yiğitlerin Allah Allah nidalarıyla yeri göğü inlettiği ve ” Onlar tarih olmadan, tarih onlar olmuş” dedirten…
Savaşların nedenlerini, taktiklerini, sonuçlarını bilmek bazen savaşı tam anlamıyla kavramaya yetmez. Ünlü savaşçı Napolyon’un da söylediği gibi; “Harp bir seyk’ül-ceyş meselesi olmaktan ziyade bir psikoloji meselesidir. Maneviyat, harbin yarısını kazandırmaya kâfidir.” Bu sözden hareketle savaşlardaki erlerin psikolojik durumlarının nasıl olduğunu ve iman gücünün savaşa nasıl bir boyut kazandırdığını anlayabilmek ve yorumlayabilmek gerekir. İşte o zaman gerçekten savaşların görünen kısımlarının ardına gizlenen gerçekleri su üstüne çıkarmış ve savaşı tüm yönleriyle ele almış oluruz.
Osmanlı Ordusu’nda dini ve manevi değerler oldukça fazla bir yer tutardı. Çünkü devletin büyümesini, yayılmasını ve ekonomik yönden güçlenmesini “gaza ruhu” belirlerdi.
Gaza’nın anlamı ise Allah’ın ismini her yere yaymaktı. Savaşlarda askerin dilinden düşmeyen ve askerin şehitlik mertebesine ulaşırken söylediği sözlerden en kudretlisi olan “Allah Allah” nidalarının en önemli sebebi de budur.
Dini prensiplere bağlılık ordudaki askerlerin başında bulunan alay imamları ve müftülerden anlaşılmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin ilk ordu teşkilatı olan Yeniçeri Ocağı İmamına “İmam-ı Hazret-i Ağa”, “Ağa İmamı” veya “Ocak İmamı” da denilirdi. Ocak İmamı camide namaz kıldırır ve seferlere yeniçeri ağasıyla beraber katılırdı. Yine onunla birlikte ayda bir defa sadrazamı ziyarete gider, bayramlarda da padişahın bayramlaşma merasiminde bulunurdu.
III. Selim’in kurduğu Nizam-ı Cedid ordusunda uygulanmak üzere hazırlanan Levent Çiftliği Kanunnamesi’nde her bölüğe birer imam tayin edilmesi, askerlerin cemaatle namaz kılmaları ve Birgivi Risalesi ismiyle anılan ilmihal kitabını okumaları hükme bağlanmıştı. Yeniçeri Ocağı’nın II. Mahmud tarafından 1826 yılında kaldırılmasından sonra onun yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı teşkilata getirilen dini eğitim tedbirleri ise şunlardı:
“Her bölük için bir mektep açılacak, buralarda her gün Kur’an-ı Kerim ve ilmihal dersleri verilecektir. Neferlerin beş vakit namazı cemaatle kılmaları için her bölüğe birer imam tayin edilecektir.”
Asakir-i Mansure-i Muhammediye alaylarının birinci taburlarında görev yapan alay imamları, din hizmetlerini yürütüp ahlakı bilgiler veren, cemaate namaz kıldıran, cenaze işleriyle ilgilenen özel üniformalı askeri memurlardı. Görev yaptıkları birliğin her türlü dini işlerden sorumluydular. Protokolde yüzbaşıdan önce kolağasından sonra gelen alay imamları terfi ederek “alay müftüsü” olurlardı. Alay müftülerinin protokoldeki yerleri “alay emini”nin altında ve kolağasının üstündeydi.
1700’lü yıllardan itibaren, sınır boylarından uzak denizlere hemen her yerden yeni haberlerin geldiği Osmanlı Devleti’nde, donanmanın sefer hazırlıklarına başlaması, tükenen ümitlerin yeniden filizlenmesine vesile olurdu. Osmanlı Devleti’nde sadece karada değil, sefere çıkan gemilerde de mutlaka bir imam bulunurdu. Sefere çıkan Donanma-yı Hümayun’un hemen hemen bütün gemilerinde fotoğrafçı, katip, eczacı ve hekimlerin yanında mutlaka bir imam da görev yapardı. İlk defa III. Selim döneminde çıkarılan bir kanunname ile gemilerde vazifelendirilen bu imamlar, vakit namazlarını kıldırmanın yanında, askere dualar ettirir, dini ve ahlakı bilgiler vererek onların maneviyatlarının sürekli yüksek olması için gayret gösterirlerdi.
Donanmada bulunan gemi imamları, her gün sabah ezanından bir saat evvel uyanırlar, abdestlerini alıp hazırlıklarını yaparlar ve sesi güzel olan bir eri, pruva çanaklığına çıkararak sabah ezanını okuturlardı. Mürettebatta hava müsaitse güvertede, değilse top ambarında namaz için toplanırdı. Bu esnada imam, seyir subayından veya yardımcısından kıble istikametini öğrenir ve eda edilecek sabah namazı süresince rotanın aynı kalmasını rica ederdi.
İşte din ve maneviyata bu kadar bağlı Osmanlı Devleti’nin din ve maneviyatın bu denli yoğun yaşandığı, Atatürk’e bu savaşı bizlere kazandıran ‘bu yüksek ruhtur’ dedirten; dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan ve binlerce kahramanın yarattığı destanın adı… Çanakkale!
Çanakkale Muharebeleri; 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması sonrasında unutulmaya yüz tutmuş gerçekleri Türk Ulusu’na yeniden hatırlatmış ve kendisine kurtarıcı olacak, yeni bir devlet kuracak önderini, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tarih sahnesine çıkartmıştır. Türk insanının Çanakkale’ de yeniden hatırladığı en önemli gerçek ise şudur: “Eğer bir bedel ödemeyi göze alıyor ve o bedel ne olursa olsun ödemekten kaçınmıyorsak, var olabiliriz!”
Akın akın Çanakkale’ye yol alan, bir milletin varoluş destanını yazacak olan askerlerimizin içinde imamlar ve müftülerde yerini alır. Osmanlı Devleti 1914 yılı Ağustos ayı başında ilan ettiği seferberlik ile birlikte askeri hazırlıklara başlamış bu çerçevede birliklerde askeri memur sınıfında imam ve müftüler istihdam etmiştir. İstihdam edilen imam ve müftülerin görevi askerlerin dini ihtiyaçlarını karşılamak ve bunun yanında taarruz öncesinde ve sırasında askerin gayret gücünün artmasını sağlamaktı. Cephelerde görev yapan imam ve müftüler sadece bununla da sınırlı kalmayıp gerektiği zaman düşmanın üzerine korkmadan atılmayı bilmiş ve vatana olan borçlarını fazlasıyla ödemişlerdir. Bu cesur kahramanların hikayeleri dönemin gazetelerinde yer almış ve savaşın ne denli çetin geçtiğini bir kez daha anlamamıza sebep olmuştur.
Tedavisi İstanbul Hastanelerinde yapılmakta olan bir gazi imam yaşadıklarını şu şekilde anlatmaktadır:
“Biz her zaman olduğu gibi kahraman yavrularımızın arasında ifa-yı vazife ediyorduk. Onlarca teşvik ve teşci edilmeye hiçbir ihtiyaç yok idi… Düşman üzerine aslanlar gibi hücum ediyorlar, boğuşuyorlar hiçbir zaman hiçbir şeyden ürkmüyorlardı. Yükselen Allah Allah sedasından başka bir şey işitilmiyordu. Bu öyle ruhani ve ulvi bir an idi ki, bunun karşısında yapacak hiçbir vazifesi olmayarak, bizden bir kelime-i teşvik ve teşci’ bile beklemeyen er oğlu erler arasında dolaşmak zaid gibi bir şey geldi. Ben de hemen orada boş bulduğum bir silaha sarılarak hücuma iştirak ettim. Bir müddet dövüştüm. Ve nihayet sağ tarafı. İşte bu kadar.”
Cephede şehit olan kardeşleri için durmak bilmeyen bir arzuyla Kur’an-ı-Kerim ve mevlid-i şerif okuyan imamların bu inanç ve metaneti Tanin Gazetesi’nin muhabirinin son derece dikkatini çekmiş, içinde bulunduğu ruh halini şu şekilde anlatmıştır:
“Dikkat ettim, aralarında elinden, kolundan, hatta alnından yaralılar da var. Muharebeden henüz çıkmışlar. Birkaç gün istirahattan sonra belki yine geri dönecekler. Fakat bütün simalar pür vakar, ruhlar dinin cenah-ı himayesinde hakiki bir teselli bulmuş. Tehlil ve tekbir sesleri arasında kuvve-i maneviyeleri yükselmiş… ”
Şimdi artık Allah’ına döküyordu derdini
Gözlerini kapatmıştı, unutmuştu kendini
Tanrı’sına karşı, boynu bükük duran bu nefer
Korku bilmez bir yiğitti… Hürmetlerle eğildim…
Duasına, mutlak “Amin” diyorlardı melekler.
Kendimi pek fazla gördüm, usul usul çekildim!
Ben giderken kulağıma değdi onun sedası:
“Allahümme salli ala seyyidina…” duası.
3.Kolordu Kumandanı Esat Paşa da hatıralarında tabur imamlarının ellerinde Kur’ an olduğu halde askerin önünde ilerlediğini belirtmektedir.
Cephede imamların asker üzerindeki bu etkisi ve muharebelerde ifa ettiği vazife müttefik askerlerinin hatıralarında da yerini almıştır. Deniz Çavuşu olan F.W Johnson Türk imamlarının “Allah! Allah! Allah!” diye bağırdıklarını, bu seslerin kendisinde bir ürküntü meydana getirdiğini nakletmektedir.
Bir süre 9.Tümen’in komutanlığını üstlenen, yaralanarak cephe gerisine alınan Alman komutan Albay Hans Kannengiesser de cephede imamların rolünü ve hücum öncesi yapılanlar hatıratına kaydetmiştir. O taburun hücumundan önce Alay imamının obüs toplarının sesleri arasında askere hitap ettiğini belirtmektedir. Albay Kannengiesser bu hitabın önemli bir etkisinin olduğunu belirttikten sonra “Bu gibi kötü durumlarda bir Hristiyan olarak, keşke bir telkin de bana verilmiş olsaydı.” diyecektir. Paşa sözlerini; “Alay imamı, pratik bir insandı. Hele, tüm subaylar ve hatta tabur komutanı şehit olmuşsa, insanları oldukça fazla duygulandırıyor ve iyice etkiliyordu.” ifadeleri ile bitirirken Çanakkale’ de alınan zaferin ardındaki bir gerçeği de açıkça belirtmektedir.
Çanakkale Savaşlarında 19.Tümen komutanı olarak görev yapan Yarbay Mustafa Kemal’in, 18 Mayıs 1915 tarihli emrinde, ertesi gün yapılacak taarruzda kesinlikle uyulmasını istediği emirlerinden bazıları şunlardı:
- Belirlenen hücum saatinden evvel düşman tarafından bir hücum vaki olursa, düşman püskürtüldükten sonra bundan istifadeyle karşı taarruza geçilecektir.
- Baskın gürültüsüzce, sessiz sedasız ve yalnız süngü ile yapılacaktır. Bombalar ancak düşman mevzileri ele geçirildikten sonra düşmanı tahrip için kullanılacaktır.
- Birlikler hücum sırasında, çanta ve fazla ağırlıkları geride bırakacaklardır.
- Tabur imamları birinci hatta bulunacak ve erleri manevi kuvvetini arttırarak nihayete kadar cesaretlendirip teşvik edeceklerdir.
Tabur imamları omuzlarına aldıkları bu yükü yorulmak nedir bilmeden sonuna kadar başarıyla taşımışlardır. Sefere giderken dualarla askerin şevkini ve inancını had safhaya çıkarmışlardır.
İngilizlerin ve Fransızların Kara Kuvvetleri Komutanı olan Hamilton’un anlattıkları da Türk askerinin manevi gücünü gözler önüne sermektedir. Günlüğünde sık sık kiliseye gidip zaferleri için dua ettiğinden bahseden Hamilton, “Allah Türk’ten yana idi” ifadelerini kullanır.
Çanakkale Muharebeleri; Türk Ulusu adına, üzerinde enine boyuna düşünülmesi gereken bir olaylar bütünüdür. Yüreklerdeki inanç; her tepeye, taşa, dereye korkudan eser olmayan bir hikaye yazdırmış ve hikayenin kahramanlarını sonsuza kadar unutulmaz kılmıştır. Askerlerin; Allah’ın huzuruna şehitlik gibi yüksek bir mertebeyle çıkacak olmaları askerin muharebelerde daha da korkusuzca savaşmasını sağlamış, savaş sırasında kulaklarda çınlayan “Allah Allah” nidaları askere güç vermiştir.
İnsanüstü bir mücadelenin sergilendiği Çanakkale’ de askerinden önce, elinde Kur’an-ı Kerim’i, dilinde kalbinden gelen dualarıyla korkusuzca düşman önüne atılan Alay imamları ve müftülerin görevleri yadsınamaz. Görevlerinin ne kadar önemli olduğu Atatürk’ün verdiği emirlerin içinde olmasından da son derece kesin olarak anlaşılmaktadır.
Günümüzde unutulmuş olan fakat topluluğumuzun ısrarla hatırlatmak istediği yerlerden biri olan Anafartalar Bölgesi’nde 21 Ağustos 1915’te Anafartalar Cephesi’nde hayatını kaybeden bir Müftü Efendi’nin ve daha nice ecdadın mezarı bulunmaktadır.
Vatanın ve milletin, namusunu korumak uğruna bin yıllardır savaşan, şehit olan ve yaralanan atalarımız, Napolyon’ a “Türkler öldürülebilir ama yenilemez” dedirtmiştir. Onun torunları bu tespiti yeterince ciddiye almamışlar, bir gün şafakla birlikte topraklarımıza, insanlarımıza mukaddesatımıza saldırmış fakat başarılı olamamışlardır.
Türk gencinde bulunan ecdad sevgisi dur durak bilmeden yenilendikçe bu topraklara başka bir milletin eli asla değmeyecektir.
TÜM ATALARIMIZIN RUHLARI ŞAD OLSUN.
Şanlı Türk Tarihi’nin Son Alay Müftüsü;
Hasan Feyzi Akınel
Hasan Feyzi Akınel, 1945 yılında yarbay rütbesi ile emekli olmuş, Türk ordusunun sonuncu alay Müftüsüdür. Voyvazade Mustafa Paşa’nın oğlu olarak Kemah’ın Elmalı Köyü’nde doğmuştur. 15 yaşında hafız olmuş, bir yıl Kayseri’ de, sonra Trabzon’ da okumuş;ardından İstanbul’a gelerek imtihana girmiştir. Sınavı kazanmasıyla Çifteayak Kurşunlu Medresesi’ne intisab etmiş ve Müderris Mahmut Nedim Efendinin 14 yıl talebesi olmuştur. Medreseden, Mekteb-i Hukuk’u da bitirerek mezun olmuş, “Fehamellu” rütbesi ile Arabistan’ın Abyar şehrine kadı tayin edilmiştir.
Daha sonra alay müftülüğü imtihanına girerek mümtazlık kazanmış ve memleketi olan Erzincan’a 5. Kafkas Fırkası 10. Kafkas Alayı’na müftü tayin olarak savaşlara katılmıştır. 15 yıl Antalya’ da 52. Alay müftüsü olarak hizmet vermiş, emekli olunca da buraya yerleşmiştir. Harp Madalyası’na, İstiklal Madalyası’na ve Donanma Madalyası’na sahiptir.
Uzun yıllar Antalya İmam Hatip Okullarında dersler vermiş ve Antalya camilerinde fahri vaizlik yapmıştır. “Er’ in Sefer Çantası”, “Ahiret Yolu” isimli kitaplarının yanı sıra basında da birçok makaleleri yayınlanmıştır. Bir oğlu ve bir kızı olan AKINCI, 1961 yılında vefat etmiş, Antalya’da medfundur.
KAYNAKÇA
- Mustafa Birol ÜLKER, Çanakkale 1915 Dergisi
- Mustafa Birol ÜLKER, Tarih ve Medeniyet Dergisi
- Ahmet ÜRGÜPLÜ, Sızıntı Dergisi
- Gürsel AKINGÜÇ, Çanakkale Muharebeleri ve Muharebe Alanları
- Lokman ERDEMİR, Çanakkale Bir Milletin Varoluş Destanı Çanakkale Boğaz Komutanlığı, Çanakkale Deniz Savaşları 1915
- Lokman ERDEMİR, Çanakkale Savaşı, Siyasi, Askeri ve Sosyal Yönleri
- Ahmet OKUR, Son Kale Çanakkale
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.