“13 Aralık 1914 (30 Kasım 1330)günü, bir pazar günü idi. Süvarimiz Fazıl bey bazı hususat için Çanakkale’ye gitmişti. Öğle zamanı yaklaşıyordu. Subayların yemek salonunda kumanya subayı ile görüşüyordum. Subay;
–Efendi kaptan, yarına ne yemek yapalım?, diye oyumu soruyordu. Subayın sorusuna cevap vermek üzere idim ki, birden bire acı acı “Top başına” borusu çalmaya başladı. Düşmanın medhal (giriş) istihkâmlarını bombardıman etmeye geldiğini sandım. Top başına borusu daha bitmemişti ki müthiş bir infilak oldu. Gemi fena halde sarsıldı. Karşımdaki kumanya subayı bir tarafa ben bir tarafa yuvarlandım, ben önce harp ediyoruz zannettim. Fırlayıp ayağa kalkarken, camlar şangır şungur kırılıp döküldü. Yukarı çıkmak için hemen salondan fırladım. Kaportadan aşağı şakır şakır sular akıyordu. Aman Ya Rabbi! Batıyor mu idik? Daha şimdiden batıyor mu idik? Hayır, bu sular infilakın tesiri ile havaya fırlayan ve sonra güvertenin üstüne düşen su sütunundan başka bir şey değildi.
15’lik topların bulunduğu bataryaya girerken müthiş bir velvele daha koptu. Gemi bir daha sarsıldı. Birinci infilak ile ikincisinin arasında yarım dakika bile geçmemişti. İkinci infilak ile beraber top ambarına, yani bataryaya girdim. Henüz yemeğe oturmuş asker, “top başına” borusu çalar çalmaz, hazır bekliyorlardı. Top ambarından koşarak asker mangasına, 7,7’lik topların olduğu yere çıktım. Nöbet teğmeni ile vardiyanı:
– Denizaltı gemisi geldi, periskop çıkardı, torpido attı dalıyor, dediler. Bunun üzerine “ateş” emrini verdim. Batarya subayları; “Ateş komutasını verdiler”
7,5’luk seri atışlı toplar, hep birden müthiş bir şekilde gürledi. Fakat Mesudiye yavaş yavaş yana yatmaya başlamıştı. Bu yatış meylinden topların mermileri yakınımızda denize düşüyordu. Geminin süratle yana yatmakta olduğunu ve bölme tertibatı mükemmel olmadığından çok geçmeden devrileceğini anladım. Ateşe devam etmek faydasızdı, personeli kurtarmayı düşünmeye mecburdum. Hemen: “ateş kes” komutasını ve arkasından “Gemiyi terk emri” verdim. Düşman denizaltı gemisinin ilk torpili Mesudiye’nin kıç topları cephaneliğinin biraz üstünde isabet etmişti. 15-20 cm daha aşağıya vursaydı tam cephaneliğe tesadüf edecek ve şüphesiz gemi der’akap (hemen) havaya uçacaktı. Dengeyi bulmak için çıkan topların yerine kum ve zincir almasaydık, bittabi cephanelik biraz daha yükselmiş bulunacak ve torpil doğru cephanelikte infilak edecekti. Denizaltı gemisinin ikinci torpidosu baş tarafa isabet etti. Her iki rahneden sular müthiş bir gürültü ile tekneye doluyordu. Ben “gemiyi terk emri” verince, filikaların trentileri süratle kesildi.
Güvertedeki filikalar, geminin bir tarafa yatması üzerine kendiliğinden denize yuvarlanmışlardı. İyi yüzme bilenler denize atlarken, yüzme bilmeyenler ve az bilenler de geminin devrilmeyen tarafına tırmanıyorlardı.
Mesudiye, beş buçuk kulaç suda demirlemişti. Gemi, ilk torpili yedikten sonra devrildi. Gemi yattıkça ben de, birçok subay ve erlerle aksi tarafa doğru tırmanıyordum. Acaba tekne büsbütün sulara gömülecek miydi? Bu takdirde soğuk suda vakitsiz banyo yapmak, bir hayli tuzlu su yutmak, hatta boğulmak tehlikesi bile vardı. Bu esnada geminin direği de şiddetle suya çarparak denize girdi. Gemi biraz daha suya kapandıysa da daha fazla devrilmeyerek o durumda kaldı. Büyük bir ihtimal çanaklık ve bacalar deniz dibine yaslanmış ve kuma saplanarak Mesudiye’nin büsbütün kapaklanmasına mani olmuştu. Devrilme nihayet bulup da gemi yarıdan fazlası suya gömülmüş ve karinasının bir kısmı meydanda bir durumda kalınca, filikalara binemeyen ve denize atlayamayan bütün erat ve subaylar, hep birden karinanın üstüne tırmanıp çıktık.
Durumumuz böylece emniyet verici olunca, ben bulunduğum yerden kurtarma işini idareye başladım. Geminin kıç tarafında, işaret köprüsünün hizasında idim. Varda bandıralardan birini yanıma çağırdım. Çanakkale’deki kuleye işaret vererek imdat istedik. Bu sırada filikalar, kıyıya giderek içlerindeki erleri ve subayları bırakmış, tekrar başkalarını almak üzere gelmişlerdi. Bir kısım erat da suyun içinde geminin ötesini berisini tutmuş ve şıpka sallarına sarılmış duruyorlardı. Yirmi dakika sonra Çanakkale’den istimbotlar ve filikalar gelip imdadımıza yetiştiler. Bu esnada Nara önünde yalnız “İsa Reis” gambotu vardı. Başka gemi yoktu. İsa Reis’in filikaları da yardımımıza koşmuşlardı. İmdada gelenler önce ötesine berisine tutunarak denizde duran erat ve subayları, sonra da yeşil yosunlu karinasının üstünde, denizin ortasında bir kayaya konmuş deniz kuşları gibi bekleşenleri alıp gittiler.”
KAYNAKÇA
- Binbaşı Nazmi Bey [Nazmi Akpınar], Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü (1914-1922), Günümüz Türkçesine Aktaran: Ahmet Esenkaya, Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı, İzmir: Emre Basımevi, 2004.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.