25 Haziran 1915… İngiliz topçularının ateşi altında kalan mevki; Zığındere…
Albay Refet Bey komutasındaki 11.Tümen, güçlü bir savunma düzenindeydi. İngilizlerin tam olarak gücünü ve taktiğini bilmemek şartıyla bu bölgeye muhtemel bir saldırısı bekleniyordu. Türklerin Tümen muharebe idare mevki 143 Rakımlı tepeydi ve askeri gücü 800 kişi civarındaydı. İngilizlerin hedefi Zığındere Vadisi üzerindeki sırtlardı. Müttefik kuvvetler 4 Haziran’da bu bölgeye taarruzda bulunmuştu. Ancak’ yetersiz obüs topçu desteğinden dolayı başarısız olmuştu.
İngilizler hazırlık olarak 77 top, 12 Fransız obüsü; denizden de Scorpion, Walzer muhripleri ve Talbot kruvazörü ateşleriyle bu harekâtı destekleyeceklerdi. 12.000 atımlık top mermisinin sırf bu taarruz için ayırtılması bu taarruzun ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
25 Haziran günü başlayan müttefik bombardımanı, 28 Haziran günü şiddetini arttırmıştı ve böylece Zığındere muharebeleri resmen başlamış oldu. Denizden, karadan hatta balon ve uçaklardan yağdırılan bombalarla bölge adeta cehennem yerine dönmüştü. Kopan kollar, bacaklar; toprakla beraber havada uçuşan vücutlar…
Bu bölge sargı yerinin bulunduğu yerdi. Müttefik kuvvetler hiç tereddüt etmeden, orada kendi yaralı askerlerinin de olduğunu bile bile hastaneyi top yağmuruna tuttu.
(Çanakkale’de Osmanlı düşman ayrımı yapılmıyor, yardıma ihtiyaç gerektiğinde derhal yardım ediliyor, hiçbir hastaneye ateş açılmıyordu.) düşünün ki bacağınız kopmuş, kan revan içindesiniz; tabir yerindeyse kılınızı bile kıpırdatamıyorsunuz.
Top mermilerinin “Ölüm kükreyen sesiyle üzerinize geldiğini görüyorsunuz ve hiçbir şey yapamıyor, o merminin gelip size çarpmasını bekliyorsunuz.
Yapabileceğiniz tek şey: Şehadet şerbetini içmeyi beklemektir…
Düşman, ön siperlerde istediği başarıyı göstermişti ama; yarımadaya ayak bastığından beri elde ettiği başarının en büyüğünü kazandı ve bu başarı müttefiklere büyük bir sevinç yaşatmıştı.
3. ve 5. Tümenler savaşta Zığındere’nin sağ ve sol bölgesini tutan tümenlerdi. Sağ kanatta 3. Tümen vardı. İngilizler ellerine geçirdikleri siperlerin etrafına kuvvetli tel engelleri ve üzerine basılınca patlayan mayınlar döşemişlerdi. Tümenin sol kanadında kalan 31. Alayın 3. Taburu bu engellere takılarak büyük zayiata uğradı.
Sol kanatta ise 5. Tümen vardı. Kalkışılan karşı taarruzda, İngilizler karşısında fazla dayanamayan Türk taburları adeta eridi.
Artık birliklerin hiçbirinde taarruzu destekleyecek güç kalmamıştı. Bu durum 5. Ordu komutanına bildirildi ve birliklerin savunmaya çekilmesi istendi.
Ne var ki 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders buna şiddetle karşı çıktı. Mevcut duruma rağmen taarruzun sürmesi emrini verdi. Bu an yorgun olan ve tam donanımlı olmayan askerlerimizin göz göre göre ateşe atıldığı anlardan biriydi.
3. Tümen cephesinde 5 Temmuz günü yapılan muharebeye katılan birliklerin muharebeden önceki insan, hayvan ve silah mevcudu; Subay ve er toplamı: 6930 kişi, tüfek: 5990 ve hayvan 489 idi. 5 Temmuz gününün zayiatı ise; şehit: 1401, yaralı: 1555, kayıp 226; toplam 3182 kişi. 5. Tümen’in de 1. Kolordu emrine girdiğinde insan ve hayvan sayıları ise şöyleydi;
Subay ve er toplamı: 6462, hayvan ise 740. O günün zayiatı; şehit: 758, yaralı: 726, kayıp: 359 ve toplam 1843 kişi.
Bu, sadece iki Tümenin şehit, gazi ve kayıp sayılarından oluşan rakamlar savaşın vahametini ve ne denli kanlı geçtiğini açıkça göstermektedir. Bu iki tümen gibi uğrunda savaşmak için geldikleri toprağı öperek can veren daha nice tümenler, alaylar, taburlar, birlikler vardı.
Zığındere muharebelerinde başarı elde edilememesinin nedenlerinden biri; yeterli top mermisinin olmayışı bu yüzden de taarruzların topçu atışlarıyla desteklenememesi; diğeri ise yorgun olan, bölgede keşif yapma imkânı dahi bulamadan kendilerini bir çatışmanın içinde bulan askerlerimizin durumlarına ve diğer bütün komutanların savunmaya çekilme ısrarına rağmen, 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in, taarruz emrini geri çekmemesidir.
Emrini geri çekmeyen Liman Paşa’ya tepki olarak, 1. Tümen Alay Komutanlarından birisi “Bu kadar vatan evladının boş yere taarruzlarla kanlarının dökülmesini ve imha edilmelerini bu millet bir gün sormayacak mı?” demekten kendisini alamamıştır.
Bu millet şimdi boş yere harcanılan o körpecik bedenlerin, hiçbir plan yapılmadan düşmanın üstüne defalarca salınan, yapılan yanlışı tekrarlamak pahasına da olsa o yorgun bedenlerin tekrar tekrar taarruza kaldırılmasının sonucunda; yedi gün içinde kaybettiğimiz 16.000 erimizin yasını tutuyor.
Savaş muhabiri Ashmed Bartlett Zığındere muharebeleri hakkında:
” …Bir köşede, tüfeklerini dizleri üzerine aykırı koymuş ve birlikte oturmuş yedi Türk vardı. Bunlardan biri, arkadaşının boynuna kolunu dayamış ve yüzüne mütebessimane bakıyordu. Işte bu anda ölüm, bu yedi arkadaşı avlamıştı. Bunların tamamı sanki uyuyor gibi görünüyorlardı. Çünkü bu yedi Türk askerinden ancak birisinde yara izi gördüm.” demiştir.
A. Bartlett isteyerek ya da istemeyerek Çanakkale Savaşında kimyasal silah kullanılmış olabileceğini kastetmektedir. Böyle bir durumun olup olmadığı müttefik devletlerin kaynaklarında da yoktur. Bu millet artık uyanmalı. Yas zamanı geçti. Gelibolu’da yatan şehit atalarımız bizden gözyaşı değil; açığa çıkmayan gerçekleri ortaya koyup bunlardan en iyi, en gerçekçi hayat dersini almamızı istiyor.
5 Temmuz 1915… Yaşanan muharebenin sonucunda şehit düşen ya da yaralanan asker sayımız; 16.000… Dünyanın en kanlı savaşının yaşandığı yerde havada çarpışan sadece mermiler değildi; imana karşı yağmacılık, vatan sevgisine karşı sömürgecilikti… 16.000 er… Metrekareye mermiler kadar sık düşen şehit vücutları. İşte burası ‘cennet vatan”ın cehenneme dönüştürüldüğü yer… Buranın adı Zığındere.
Bugün bile o topraklara gittiğinizde hala İngiliz komutasındaki Nepalli askerlerle ecdadımızın boğuşmalarını, tüyler ürperten mermi seslerini duyar; yaralı askerlerin çığlıklarını ve taarruza kalkan askerin “Allah Allah” nidalarını hissedeceksiniz.
11. Tümen Kurmay Başkanı Şükrü Naili Bey: Savaş anında elindeki çorba bakracını taşırken gayet yavaş hareket eden askere; “Koş oğlum koş. Vurulacaksın!” diye bağırır. Asker ise aynı yavaş hareketlerle bakracı taşımaya devam eder. Şükrü Naili Bey bu davranışının sebebini sorduğunda askerin verdiği cevap en az o ıslık çalan mermi sesleri kadar ürperticidir; “Koşsaydım, bakraçlardaki bakla çorbası dökülürdü. Arkadaşlarım aç kalırdı. Düşmandan kaçılmaz kumandanım.”
Onlar ölümlerin en güzeliyle müşerref oldular. Gelecekte bizim ve bizim çocuklarımızın helalinden bir “bakla çorbası” içebilmesi için O insanlara ziyarette bulunmak, rahmetler okumak, bakraçlar dolusu dua etmek bir torun olarak görevimizi bir nebze de olsa yerine getirmeye çalışmak boynumuzun borcu. Ne kadar başarılı olabileceğimiz muamma. Ancak yine de biz elimizden geleni yapalım.
Tohumu saç. Bitmezse toprak utansın.
Hedefe varmayan mızrak utansın
Hey gidi küheylan! Koşmana bak sen.
Çatlarsa doğuran kısrak utansın.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.