7. Sayı - Şehit'ten Kale'ler Şehit'ten Kale'ler

Savaşın Kadınları

Written by ÇSATT

Ahmet Vural Öztecik / Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

2010-Mart sayımızda yer alan bu yazıya emek veren ve hazırlayan üyemize teşekkür ediyor, kalemine sağlık diyoruz.
İyi okumalar…

“Henüz hiçbir heykeltıraşın taş üzerinde şekillendiremediği, ağır yük taşıyan kadınlar ve onların ardında yürüyen çocuklar, dondurucu soğukta ve karlar altında yorgun argın yol alıyorlardı” diyor, Ann Bridge Türk kadınları için.

Çanakkale Savaşlarında kadınlar konusu günümüzde dahi bazı konularda hala bir netliğe ulaştığı söylenemez. Araştırmacıların kadınlar üzerinde o kadar çok farklı fikirleri var ki adeta hangisi doğru diye insanlar düşünmeden edemiyor. Çanakkale savaşlarında kadınlar konusunda bazı araştırmacılar; Evet kadınlar bizzat savaşa katılmış hatta birçok düşman askerini öldürmüştür derken, bazı araştırmacılar ise Hayır! Çanakkale Savaşlarında kadınlar sadece geri görevlerde yer almıştır diyerek araştırmalarına başlamıştır. Aslında kadın kahramanlarımız, savaşçılarımız, top-tüfek taşıyan ninelerimiz genellikle Kurtuluş savaşı yıllarında anılır ve bu zamanda çektikleri bizlere gösterilir. Evet, Türk kadını Kurtuluş savaşında çok eziyet çekmiş, adeta askerlik yapmıştır. Bunun en büyük nedeni ise; 1. Dünya Savaşı’ nda Türk erkeklerinin çok büyük bir kısmının şehit veya gazi olmasıdır.

Çanakkale Savaşları hakkında en çok konuşulan konu olan “Kadın keskin Nişancı” olayına geçmeden önce genel olarak kadınların savaşlardaki görevlerinden bahsetmek gerekir. Çanakkale’de kadınlar cephenin içerisinde bire bir erkeklerle birlikte savaşmış değildir. Ama arka planda çok fazla fedakârlıkları olmuş, 1911 yılında Trablusgarp, 1212’de Balkan, 1914’ten 1918’e kadar Çanakkale, daha sonra da Kurtuluş Savaşı. 12 yılda önce eşini, sonra çocuklarını gönderiyor cepheye kadınlar, sonra da iş başa düşünce kendisi gidiyor. Biz o dönemde, yani Anadolu’nun adeta kavrulduğu adeta ateşe döndüğü zamanda hep o acı çeken Anadolu kadınını görürüz Mehmetçiğin arkasında. Fakat savaşın kadınlarında fedakârlığı erkekçe değil, tam tersine kadınca görürüz. Peki, bu kadınlarımız, analarımız, ninelerimiz Balkan’da, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda neler yaptılar? Nasıl zorluk çektiler bilir miyiz? Ya da soruyu şöyle sorsak; göstermiş olduğu kahramanlıklardan dolayı maaş bağlanan ve bu maaşı Kızılay’a bağışlayan kaç tane kadın kahramanımızı biliyorsunuz. Savaş dendiğinde aklımıza ilk gelen cephe, silah, asker ve erkektir. Ama unutmayın ki cephede askerlere giden erzak sonucu köylerde kadınlar hep yokluk çekmiştir, kazanda taş kaynatmıştır.

İşte en kutsal görevleri annelik olan kadınlarımız iş başa düşünce cepheye gittiklerini ve hangi şartlar altında görev yaptıklarını gelin birlikte görelim.

SAFİYE HÜSEYİN ELBİ
“Reşit Paşa Vapuru’nun yardım meleği“

Safiye Hüseyin Elbi’yi aslında tek başına ele almaya kalksak dahi oldukça geniş bir makale olmaya değer bir Türk hemşiresidir. Dünyada modern anlamda ilk hemşireliğin Kırım Savaşı(1854-1856) yılları arasında, F. Nightingale ile başladığı kabul edilmektedir. Hemşirelik ve hasta bakıcılığın ülkemizde nasıl başladığına kısaca değinecek olursak; hemşirelik 1911 yılında Trablusgarp ve 1912 yılında Balkan Savaşları’nda yaralanan askerlerin büyük kayıplar vermesiyle ve bu askerlerin bakımı için duyulan gereksinim ile başlamıştır diyebiliriz. Çanakkale Savaşı başladığında Safiye Hüseyin gönüllü hasta bakıcı olarak yazılmıştır Balkan muharebelerinde de hastabakıcı olarak görev aldığı için Safiye Hüseyin Reşit Paşa hastane gemisine baş hastabakıcısı olmuştur. Çanakkale savaşları başladığında birçok vapur hastane gemisine dönüştürülmüştü. Reşit Paşa da bu vapurlardan bir tanesiydi. Hastane gemileri Akbaş veya Kilya iskelesinden yaralıları alıp İstanbul hastanelerine Hilal-i Ahmer ve Vatan hastanelerine yaralı sevk ediyorlardı. İşte böyle bir durumda iken Safiye Hüseyin şunları dile getirmişti: “Evet savaşa da iştirak ettim. Çanakkale’de uzun müddet kaldım. Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibiahmer (Alman Kızılhaç’ı) ile bizim Hilal-i Ahmer cemiyeti birleşmiş, Reşit Paşa vapurunu hastane gemisi yapmıştık. Ben de bu geminin hasta bakıcısı olmuştum. Reşit Paşa Çanakkale’ye gidecek, orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp İstanbul’a getirecekti.
…vaziyet tehlikeli dediler. Ne vapuru olursa olsun ister hastane vapuru ister Kızılay ister Salib-i Ahmer, İngilizler vuruyordu. Ben aldırış etmedim. Zaten umumi harp başladığı zaman ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım. Gönüllü olarak gidiyordum… peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim. Reşit Paşa’ya bindik ve Çanakkale’ye geldik, Akbaş mevkiinde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının…”
evet belki de onlar savaşmadı ama savaşmaktan daha kötü acı çektiler, vatan evlatları onların ellerinin arasında birer birer yitip gittiler.

MADAM ERİCA
“Hem dikti hem de yaraları sardı”

Kadınların Çanakkale Savaşları’nda çokça yer aldıkları alanlardan biri de şüphesiz ki yaralı gazilerin bakımıdır. Pek çok kadın, savaş alanında, ateş altında yaralıların tedavisi için çalışmıştı. Bunlardan bazıları görev başında vurulmuş, şehit olmuştu. Fakat aralarında Müslüman hanımlar olduğu gibi Gayr-ı Müslimler de vardı. Alman Hemşire Erica da onlardan sadece biriydi. Çanakkale Savaşları’nda Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Alman Ordusu’nda görev yapmış ve bölgeye geldikten sonra adeta bir Türk kadını gibi çalışmıştı. Savaş döneminde, Çanakkale’nin Eceabat ilçesine bağlı Yalova köyünde, Osmanlı Ordusu’nda görevli Binbaşı Ragıp Efendi ile evlendi ve savaşın en şiddetli anında, köylü kadınlar arasında birliktelik sağlayarak, orduya destek oldu.

Hemşire Erica, Yalova köyündeki kadınları bir araya toplayarak, ordumuza kıyafet, yorgan, yastık ve çadır gibi ihtiyaç malzemelerinin dikilmesine öncülük etti. Köydeki kadınlardan sağladığı dikiş makinesiyle, kendisi de pek çok malzeme dikti. Doktor Ragıp Bey’in Gayr-i Müslim eşi olan hemşire Erica, Türk yaralıları tedavi ederken, hastane ve sargı yerlerini dahi bombalayan düşmanın bir top mermisiyle bizim Mehmetlerimizi tedavi ederken öylece can verdi. Evet Almanya’dan başlayan bir yolculuk vatanından çok uzaklarda fakat aşkı bulduğu topraklarda son buldu. Savaş döneminde Yalova ve civar köylerdeki halk arasında çok sevilen Erica’yı Türk ordusu da unutmadı ve Erica’ya özel bir tören yapıldı.

WANDA ZEMBRZUSKA
“Savaşın tek kadın gazetecisi“

Çanakkale cephesi açıldıktan sonra, birinci Cihan Harbi’nin diğer cephelerinde oldukça bir yavaşlama görülür. Bunun en önemli sebebi belki de İngilizlerin tüm gücüyle bu cepheye saldırması gösterilebilir. Çünkü İngilizler bu cephe sayesinde İstanbul’u ele geçirecek ve bunun sonucunda tüm gücüyle Almanlara tüm gücüyle saldırabilecekti. Fakat Türklerin hem 18 Mart hem de 18 Mart sonrası kara muhaberelerinde kahramanca mücadelesi sonucunda bütün devletler Gelibolu’da ne oluyor sorusu kafalarını kurcalamaya başladı. İşte bu şekilde cereyan eden bir süreç sonucu yabancı devletler Gelibolu bölgesine çok sayıda muhabir göndererek buradaki bilgileri öğrenme çabası içerisine girdiler. İşte bu dönemde yarımadaya 50’yi aşkın muhabir Gelibolu’nun yolunu tutmuştu.  Wanda hanım da bunlardan sadece biridir. Bulgaristan’ın Otro Gazetesi’nin muhabiri Wanda Zembrzuska, 19 Ağustos 1915’te savaşları takip etmek için Osmanlı Genel Karargâhı’ndan izin talep etmiş ve izin almıştır. O zaman henüz 24 yaşında olan Bulgar gazeteci, Romence, Fransızca, Bulgarca ve Almanca bilmekle birlikte cephedeki ilk haberini ise Otro gazetesine 2 Eylül 1915’te ulaştırıyor. Çanakkale Savaşlarında özellikle Türk tarafı gazetecilik faaliyetlerine fazla önem vermemiştir. Aslına bakıldığında bu doğal bir süreç olarak da görülebilir. Çünkü siz saldırıyı gerçekleştiren taraf değil tam tersi vatanınızı koruma çabası içerisinde olan tarafınız. Çanakkale savaşlarını her yönüyle inceleyen Avustralyalı gazeteci C. Bean bu savaşta öyle bir başarı gösterir ki daha sonrasında Avustralya’nın resmi tarihçisi olarak karşımıza çıkar. İşte böylesine savaşı birinci kaynaktan öğrenebilme şansı var iken Wanda Zembrzuska’ya yeteri kadar önem verilmediğini düşünmekteyim. Daha yeni yeni bu isim üzerine araştırmalar yapılmasına rağmen bigiler oldukça dikkat çekicidir. Osmanlı arşivlerinden şu ana kadar 5 haberi çıkan Zembrzuska; bunların ilkinde, İstanbul’dan çıkıp Tekirdağ’a kadar olan yolculuğundan bahseder. Bir torpido botuna bindiklerini ve İstanbul’daki Çanakkale harbinin izlerini çok net biçimde aktarır. Tekirdağ’da mola verdiklerinde cepheye yiyecek götüren deniz araçlarının tamamen bakliyat, kavun ve karpuz yüklü olduğunu haberlerine yansıtmış olması bizlere, Çanakkale’ye her yerden yardım ulaştığını da göstermektedir.

Karargâh izlenimlerini anlatan bir diğer haberinde ise, karargâha yaklaşırken bir uçak bombardımanı ile karşılaştıklarını, ancak ciddi anlamda bir panik yaşamadıklarından bahseder. Otro gazetesi için yapmış olduğu haberlerin birisinde ise; bir yüzbaşı tarafından götürüldükleri Liman Von Sanders ile karşılaşmasında, 64 yaşındaki komutandan “ne kadar diri duruyor” diye bahseder. Ayrıca Wanda Zembrzuska bizim kaynaklarımızda rastlanmayan bir bilgi daha vererek 5’inci Ordu karargâhının toprak üstünde olmadığını, tamamen zeminde olduğu bilgisini veriyor. Wanda Zembrzuska, Alman Paşa Liman Von Sanders ile yaptığı konuşmaya ilişkin notlarında ise Sanders’in kendisine, “Cephede tek kadın muhabir olarak görev yapmaktan korkmuyormusunuz?” diye sorduğundan bahsediyor. Ayrıca etraftaki iki farklı karargâhı ayrıntılı bir şekilde anlatarak birisinin Alman, diğerinin ise Türk geleneklerine uygun karargâhlar olduğunu belirtiyor. Evet, bu bayan gazeteci için ne düşünüyorsunuz. Acaba bizim böylesine çaba gösteren bir gazetecimiz var mı? Ya da ne kadar biliyoruz. Tarihimizde araştırılması gereken o kadar çok bilgi var ki… 

ÇANAKKALE SAVAŞINDA KADIN KESKİN NİŞANCI MESELESİ

Çanakkale Savaşlarında yer alan kahraman kadınlarımızdan bazıları hakkında yukarıda bilgi verdik. Fakat ismi tam olarak kestirilemeyen ve günümüzde dahi üzerinde pek çok tartışma bulunan önemli meselelerden biri de Çanakkale Savaşlarında keskin nişancı var mıydı? 1. Dünya harbi sırasında Çanakkale cephesinde kadınlarımız aktif olarak rol almıştır demiştik. Fakat birebir savaşta bulundu mu, göğüs göğse savaştı mı, ya da keskin nişancı olarak bulundu mu? 1. Dünya harbinden yıllar sonra Mısır’da yayınlanan “The Egyptian Gazette” adlı gazetede yer alan ve bir askerin İskenderiye’ den ailesine yazdığı mektubunda da, “15 Ağustos 1915 pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların bazıları kadın. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamış” denmektedir. Evet, yaşadığı yerlerden çok uzaklara bu bilmediği topraklara ne için geldiğini bilmeyen bir asker böyle yazmıştı ailesine. Çanakkale’de Türk keskin nişancı kadınlar var diyerek.

Aslında bu noktada şunu belirtmeliyiz ki; Çanakkale cephesinde keskin nişancı Türk kadınların olduğunu sadece Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinde yer alan askerlerin günlüklerinden, mektuplarından ve ses kayıtlarından öğrenmekteyiz. Türk arşivlerinde bu tür bilgi henüz ortaya çıkmamıştır. Bu konu hakkında yine Avustralya Piyade Er J.C. Davies annesine yazdığı mektupta; “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm”  demektedir. Bu belirtilen iki mektupta da Türklerde kadın keskin nişancıların olduğu belirtiliyor. Bu mektupların dışında Yeni Zelanda’dan savaşmak için gelen Otago Birliği’ne mensup bir askerin de savaştan sonra ülkesine döndüğünde, kendisiyle yapılan ses kayıtlı görüşme sırasında, “Bir keskin nişancı Türk savaşçısını yakalamak için operasyon düzenlediklerini, bu nişancıyı ele geçirdiklerinde şaşırıp, kadın olduğunu gördüğünü” söylemektedir.

İşte bu tür bilgilerin ışığında Çanakkale’de özellikle ANZAC’ların şavaşmış olduğu Aruburnu bölgesinde kadın keskin nişancılarımızın olduğu söylenmektedir. Fakat bizim kendi askeri arşivlerimizden böyle bir bilginin çıkmamış olması da acaba ANZAC’ların savaş psikolojileri sonucu hayal gördü izlenimi de uyandırmaktadır. Çünkü kendilerinin de belirttiği gibi Arıburnu yarları onlar için bir cehenneme dönmüştü.

Sonuç olarak unutmayın ki; Türk kadını her zaman zorluk çekmiş, acı çekmiş ve kollarında birçok gencin yitmesini içi kan ağlayarak yaşamıştır. Çanakkale Cephesinde belki kadınlarımız birebir savaştı veya savaşmadı. Bence önemli olan yeri geldiği zaman savaşta Nene Hatun gibi bebeğini kundakta bırakıp düşmana saldırmış Türk kadını, beklide Çanakkale’de kendisini Mücahide Hatice Hanım gibi kendini gizlemiş ve Vatanı savunmaya çalışmıştır ne dersiniz?


 KAYNAKÇA

  • SÖNMEZ Zümrüt, Savaşın Kadınları, Yarımada yayıncılık, İst.2008
  • TUNÇOKU Mete, Çanakkale 1915 Buzdağının Altı, TTK 2002
  • Binbaşı Nazmi Bey, Çanakkale Savaşları Günlüğü, s.61-62
  • http://www.geliboluyuanlamak.com, Çanakkale Savaşlarında Safiye Hüseyin (Elbi) Ahmet YURTTAKAL

About the author

ÇSATT

Biz geçmişten geleceğe kurulmuş bir köprüyüz.
Biz 1915’te canlarını feda eden kahraman Türk askerinin torunlarıyız.
Biz Seyit Onbaşı, Yahya Çavuş, Cevat Paşa’yız.
Biz Çanakkale’yiz.
Biz ÇSATT’ız.

Leave a Comment