Mesudiye Zırhlısı Firkateyn-i Hümayunu’ nun yapımı genç bir şehzadenin hayallerinde, bir tutkuyla başlamıştı. Genç şehzade sarayın önünden geçen gemileri büyük bir heyecanla seyretmekte ve resimlerini çizmektedir. Şehzade bununla da yetinmeyip “Şaiki Sadi” adlı yatıyla Marmara’ ya açılıp burada bahriyelilerle sohbet ediyor adeta hayallerini yaşıyordu. Bu şehzade Abdülaziz’ den başkası değildi.
Abisi Sultan Abdülmecit’in ölümünden sonra tahta, Sultan Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde 32 yaşında geçer. Artık denizcilik ile ilgili hayallerini gerçekleştirme zamanı gelmiştir. Vakit geçirmeden harekete koyulur. Yeni zırhlılar, yeni tersaneler inşa ettirir. Tersanelere bizzat kendisi gider tersanelerin gelişimi için yapılan çalışmaları gözlemler. Yeni padişahın tek isteği güçlü bir donanma güçlü bir Osmanlı Devleti oluşturmaktır. Nitekim öyle de olur, nerdeyse bütün yazılı kaynaklarda Abdülaziz dönemindeki (1861-1876) Osmanlı Donanmasının dünyanın ikinci veya üçüncü donanması olduğundan bahsedilir.
Artık Abdülaziz düşünülen büyük zırhlıları, firkateynleri yaptırmaktır. Bu düşünceyle İngiltere, Fransa ve Avustralya’ya zırhlılar, firkateynler sipariş edilmişti. Bunlardan biri de ‘Mesudiye Zırhlı Fırkateyn-i Hümayunu’dur.
1871 yılının ağustos ayında gemi siparişi için görüşmelere başlanır. 30 Temmuz 1872 yılında İngiltere’de Thomas Iron Works adlı firmayla görüşülüp anlaşılır. Görüşmelere Osmanlı devletini temsilen Faik Bey katılır. Ve zırhlının siparişi verilir. Bu geminin adı “Mesudiye Zırhlısı Fırkateyn-i Humayünü’dür.”
İmzalanan kontrat gereği Mesudiye’nin inşası 30 Temmuz 1872 tarihinde başlayacak 27 aylık sürede yapılacaktır. Yani gemi 30 Ekim 1874 yılında teslim alınacaktır. Bu geminin inşasının gecikmesi için anlaşmaya cezai hüküm koyarlar. Teslim tarihinde bitirilemezse şirket her iş günü için 15 İngiliz poundu ödeyecekti. Osmanlı devleti ise Mesudiye’nin inşası, suya indirme ve donatma için 413.600 İngiliz poundu ödeyecek bu para 11 taksit halinde ödenecekti. Geminin inşası sürerken belirtilen tarihe yetiştiremeyeceğini anlayan firma ilgili ceza maddesini tanımadığını ayrıca 6. taksitin henüz ödenmediğini belirtir. Osmanlı devleti ise o maddedeki hükümlerin geçerli olduğunu kaldıramayacağını ödemeleri askıya alabileceğini belirtir. Durum iyice karışır firma ödemelerin gecikmesi halinde inşanın duracağını tehdit eder. Sonunda anlaşma sağlanır. Geminin teslim tarihi 31 Mart 1875 olarak belirtilir. Bütün gemi işlerini yakından takip etmesi için 27 Haziran 1874 de Mesudiye gemisine Albay Mehmet Bey atanır.
Ve Mesudiye zırhlısı 29 Ekim 1874 yılında İngiltere’den denize indirilir. Selimiye fırkateyni vekâletinde İstanbul’a getirilir. İnşa edildiği dönem itibariyle Mesudiye’den daha büyük tonajlı bir gemimiz yoktu. Mesudiye zırhlısı Sultan Abdülaziz’in hayallerini süsleyen bir savaş gemisiydi. Bu yüzden ona dair hiçbir masraftan kaçmamıştı. Ne İngiltere’de ne de Fransa’da Mesudiye benzeri bir gemi yoktu. Mesudiye şimdi devletin gücünün bir simgesiydi.
Abdülaziz, bir sabah özlemle beklediği, uğruna emekler sarf ettiği Mesudiyesi’nin toplarının Dolmabahçe Sarayına doğru çevirdiğini gördü. 30 Mayıs 1876 Cuma günü Harbiye Mektebi kumandanı Süleyman Paşa, iki tabur asker ve mekteb-i harbiyenin 300 kadar talebesi Dolmabahçe sarayını basar. Şeyhülislam’ın fetvasıyla saray karadan ve denizden kuşatılmıştır. Amaç Abdülaziz’i tahttan indirmektir. O gün Abdülaziz özel eşyalarını bile almasına fırsat verilmeden Topkapı sarayına götürüldü. Artık yeni padişah V.Murat’tı.
Abdülaziz daha sonra Topkapı Sarayı’nda daha fazla kalamayacak ve 2 Haziran 1876’da Fer’iye Sarayı’na naklini isteyecektir. Naklinden sonra 4 Haziran günü bilekleri kesilmiş olarak odasında bulunur. Devletin başına gelen yeni hükümdar V. Murat’ın saltanatı uzun sürmez. Akıl sağlığının iyi olmadığı gerekçesiyle tahttan indirilir yerine meşrutiyet sözü veren 2. Abdülhamit getirilir.
Balkan Harbi ve Mesudiye
Balkan Savaşı’nda Mesudiye diğer savaş gemileriyle beraber önce Çatalca hattının savunmasına katıldı. Mesudiye’nin düşman saflarına ve siperlerine salladığı 15’lik ve 24’lük mermiler ve şarapneller, Bulgarlara zor anlar yaşatmış diğer yandan manen ve maddeten kötü durumda olan ordunun manevi kuvvetini yükseltiyordu. Tam isabetler aldıkça sahilden işaretle gemilere “Yaşa Mesudiye”, “Var ol donanma” diye tezahüratlar yükseliyordu. Ve Bulgarlar çatalca önünde mağlup edildi.
I.Balkan Harbi’nde Mesudiye donanmanın harp nizamında üçüncü gemisiydi, önünde Turgut Reis, arkasında Asar-ı Tevfik vardı.
II.Balkan Harbi’nde nizamda sonuncu gemiydi. Muharebe sonrasında geri dönüldüğünde rehber gemi olarak görev yaptı.
Savaşta kullanılan bu önemli gemilerimize rağmen yanlış taktikler nedeniyle Bulgarlara karşı kazandığımız başarıyı Yunanlılara karşı kazanamadık. Birinci savaşta Yunan gemisi “Averof” üç geminin üzerine ateş açmasıyla afalladı fakat daha sonra ateş edeceği yerde ateşi kesen donanmamız geri döndü. Averof kurtulmuş oldu. Yine ikinci savaşta da Averof’taki İngiliz topçuları Barbaros ve Turgut’i isabetli ateşlere tutmuştu. “Halbuki donanmadaki İngiliz öğretmenler atış idaresine mahsus usullerle aletlerin kullanılışını henüz deniz subaylarına öğretmemişlerdi.” Oysa bu iki gemi iyi bir taktikle Averof’ un hakkından gelebilirlerdi. Mesudiye birinci savaşta olduğu gibi ikinci savaşta da yara almadı. Mesudiye’de iyi bir atış kontrol tertibatı bulunsa ve bu tertibat düzgün kullanılsaydı, düşman ateşine maruz kalmayan bu gemi rahat rahat ateş edebilir 24’lük mermileriyle isabetli ateşler yapabilirdi.
Balkan Savaşı’ndan sonra gemiler tamir edilirken Mesudiye’nin büyük toplarının aşınmış olduğu görüldü. 24’lük namluları çıkarıldı yerine tersanede kalın ağaçlardan yapılmış iki mükemmel namlu konuldu. “Mesudiye’nin toplarının eskilerinden farkı şu idi: Eskiler yakar, yeniler yanardı.”
Son Görev Çanakkale
Çanakkale Boğazı’na 3 Kasım 1914’te yapılan ilk taarruzdan sonra boğazın savunmasını kuvvetlendirmek için yeni tedbirler alınması gerektiği gerçeği ortaya çıktı. Boğaza tesis edilen mayın hatlarının da korunması gerektiği düşüncesinin yanında donanma Komutanı Amiral Souchon şu talihsiz fikri sunacaktır: “Mesudiye’nin bir tarafındaki topların sökülerek sahil bataryası yapılması ve boğazda bu vaziyette demirleyerek kullanılması.” Amiral bu teklifini 1 Eylül 1914’te Başkumandan Vekâleti’ne bildirir. Enver Paşa’da kendisine ulaşan bu teklifi kabul eder ve Mesudiye 5 Eylül 1914 günü Çanakkale’de Kepez Burnu’nun yukarısında Sarısığlar koyuna demirler.
Gemi komutanı Arif Bey ve subayları Mesudiye’nin bu şekilde kullanılmayacağını, bu durumun Mesudiye’nin savaş gemisi olma özelliğini kaybettireceğini bir raporla Cevat Paşa’ya bildirdilerse de bu girişimlerinden bir sonuç alamamışlardır.
24’lük baş ve kıç toplarının daha önce tamir için İngiltere’ye gönderilip ardından savaşın çıkmasıyla geri gönderilmemesiyle denizciler gemideki 7,5lik ve 15lik toplar ile düşmanın 30,5lik toplarına karşı konulamayacağını karadaki güçlü istihkamlar olmasa ilk atışta “Yüzer Batarya” düşman gemilerine bir tek isabet sağlayamadan ve onların uzun menzilli toplarının ateşi altında hiçbir işe yaramadan cayır cayır yanarak telef olacaklarını ve kıyı bataryalarındaki askerlerin de manevi kuvvetlerini sarsılacağını düşünüyorlardı. Oysa topların üç tanesi değil de on ikisi de karaya çıkarılıp kurulacak olan Mesudiye Bataryası’na konulup zırhlı da Nara’ya ya da İstanbul’a gönderilseydi diğer bütün boğaz bataryaları gibi düşman menzil alanına girinceye kadar bir süre bekleyip sonra ateş ederek büyük hizmetler yapmış olunacaktı.
Bütün bu düşüncelere rağmen Mesudiye yeni görev yerindedir ve başında Arif Bey değil Tahsin Bey vardır. Çıkan 15’lik topların cephaneliğini korumak için baş kömürlüklere kum doldurmuşlardı, çıkarılan üç topun ağırlığına eşit olması ve denge sağlaması için yerlerine kum ve zincirler konulmuştu. Gemi baştan demirli ve kıçtan şamandıraya bağlı yatıyor ve bir denizaltı hücumuna karşı sözde şıpkalarla korunuyordu. Bu şıpkaları mürettebat Çanakkale’de bir ambardan aldıkları eski püskü tellerle kendileri yapmışlardı.
İngiliz B-11 Deniz Altısının Boğaza Girişi ve Mesudiye
Boğaz girişine karakol yapan denizaltılar Kepez ilerisine kadar olan bölgedeki gemilerin direklerini rahatça görebiliyorlardı. Bununla beraber bir denizaltının boğazda saldırı yapması normal şartlar altında çok zor görülüyordu. Boğazdaki kuvvetli akıntı ve denizaltı bataryalarının şarj edilmesi için satha çıkma zorunlulukları boğazda görülmeden ilerlemeyi zorlaştırıyordu. Üstelik bu durum Türk sahil bataryaları, torpidobotları ve mayın hatlarına karşı savunmasız olmayı gerektiriyordu. Ki bu kimsenin cesaret edebileceği bir şeymiş gibi görünmüyordu. Oysa şu da bir gerçekti ki 28 Temmuz 1912 gecesi İtalyan denizaltısı girilmesi imkansız gibi görünen bir zamanda boğaza girmiş ve karanlıkta Kilitbahir önüne kadar gelmişti. Yani Mesudiye’nin şimdiki demirlediği yerden bir hayli içeri girebilmişlerdi. İtalyanların o tarihte yaptıklarını neden İngilizler 1914’te yapamasınlar. İşte kimsenin ihtimal vermediği bu olasılık kırk yıllık Mesudiye’nin sonu olacaktı.
İki ayı aşkın süredir düşman boğaza karşı hiçbir harekette bulunmamıştı ta ki 13 Aralık 1914 günü B-11 in Mesudiye’ye saldırısına kadar.
Boğazdaki bütün zorlukları göze alan, boğaz ile ilgili her türlü istihbarata sahip Yüzbaşı Norman Holbrook komutasındaki İngiliz B-11 denizaltısı 13 Aralık 1914 günü saat 03.30 da Gelibolu tarafındaki Ertuğrul tabyasına yakın bir mevkiden dalış yaparak boğaza girmiştir. Bataryalarını azami verimle kullanması gerekiyordu. Boğazın iki yakasındaki projetörler kapatılana kadar olan zamanı dalışla geçirecekti. Her şey Yüzbaşı Holbrook’un planladığı gibi gelişiyordu. Ve nihayet Sarısığlar koyuna gelmişlerdi. Holbrook aldığı istihbarat gereğince periskopuyla etrafı gözetlediğinde gerçekten de Mesudiye’nin orada demirli olduğunu gördü. Mesudiye ile arasındaki mesafe 600 yardaya düşünce Holbrook ilk ateşleme emrini verdi ve yarım dakika sonra Mesudiye’deki patlamayı yine periskopuyla izledi. Mesudiye ilk ölüm darbesini kıç omuzluğuna yedi. Sola doğru yavaş yavaş devrilmeye başladı. Eğer torpil 15-20 cm daha aşağı isabet etseydi Mesudiye’nin cephaneliğine isabet etmiş olacak ve zırhlıyı havaya uçuracaktı. Bunda dengeyi kurmak için çıkan topların yerine dengeyi sağlamak için konulan kum ve zincirlerin etkisi de vardır. Bunlar sayesinde cephanelik aşağıda kalmış ve saldırıda infilak etmekten kurtulmuştu. Deniz altının ikinci torpili zırhlının baş tarafına isabet etti, geminin içi müthiş surette suyla doluyordu. Mesudiye toplarıyla ancak 2-3 mermi atabilmiş ve bu sırada gemi iskele tarafına yatmaya ve mermilerin kısa kalması üzerine toplar da suya girmek üzere olduğundan Kıdemli Yüzbaşı Üsküdarlı Rıfat Kaptan askerlere ateşi kesip gemiyi terk etmeleri emrini vermiştir. Mehmetçikler her zaman olduğu gibi o anda da sakin, fedakar ve sadıktılar. Kolay değildi Mesudiye mürettebatı tam 80 subay ve 550 erden oluşuyordu, bunca insan şimdi hayat mücadelesi veriyordu.
Güvertedeki filikalar geminin yan yatması üzerine kendiliğinden denize yuvarlanmışlardı, iyi yüzme bilenler denize atlamış, bilmeyenler veya az bilenler geminin devrilmeyen kısmına tırmanmaya çalışmışlardı. Ve devrilme nihayet bulmuş geminin yarıdan fazlası suya gömülmüş, karinasının bir kısmı meydanda bir durumda kalmıştı. Koca Mesudiye’nin bu hale gelmesi beş dakikayı bile bulmamıştı. Bu sırada Nara önünde yalnız “İsa Reis” gambotu vardı. İsa Reis’in filikaları yardıma koşuyordu. Diğer yandan sahil bataryaları denizaltının periskopunu görüyorlar fakat Mesudiye’ye isabet eder korkusuyla ateş açamıyorlardı. Yarım saat sonra Çanakkale’den iki römorkör ve beş çektirme geldi. Denizde kimseyi bulamadılar. Yalnız top lombarlarında bir iki kişi buldular. Sonradan 6 subay ile 6 erin geminin içinde oldukları anlaşıldı ve kurtarma çalışmaları başladı. Mesudiye’nin ikinci kaptanı Üsküdarlı Rıfat Bey Mesudiye battıktan sonra içinde kalan 12 askerini kurtarmak için karinanın üzerinde, yardım beklemektedir. “…Ayağımın altında can çekişen insanları kurtaramamak ne feci ne müthiş bir acizdi. Yanımdaki vardabandıra çavuşunun yüzüne bakıyordum, askercik benim gibi teessürlü ve heyecanlı idi. Soran gözlerle fakat mahzun bir nazarla bana bakıyordu. “Efendi kaptan , onları nasıl kurtaracağız? diyor gibiydi. Evet nasıl kurtaracaktık? Nasıl?.. Bütün umudumuz Çanakkale’den gelecek olan vasıtalarda idi. Bu vasıtalar isi bir türlü gelmiyordu. Ömrümde hiçbir gün bu kadar ızdıraplı ve feci bekleme dakikaları geçirdiğimi bilmiyorum. Bu ateşin insanı yavaş yavaş, ağır ağır fakat acı acı yaktığını o gün öyle bir anlayış anladım ki…”
Ve Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa ile Müstahkem Deniz Komutanı Alman Amiral Mertren Paşa, bir istimbotla gelirler. Yanlarında bir miktar amele, keski, balta, balyoz, dinamit gibi vasıtalar getirmişlerdir. Kurtarma çalışmalarına başlanır. Çalışmalara önce Mesudiye’nin kıç tarafından başlanır içeride 4 subay vardı. Yerleri tayin edildikten sonra karinanın saç levhası delinmeye başlandı, delikler açılacak ve subaylar o deliklerden kurtarılacaklardı. Karina bir türlü delinmiyor içeriden Çarkçı Yüzbaşı Çanakkaleli Ziya Ömer Efendi’nin feryadı duyuluyordu. Bir yandan yükselen su bir yandan havasızlık onları adeta ölüme sürüklüyordu. Rıfat Bey’in o sırada ağzından şunlar dökülüyordu: “..Çürük çürük diye beğenmediğimiz Mesudiye’nin teknesi şimdi sanki bizden intikam almak ister gibiydi, keski vuruşlarına inatla mukavemet ediyordu. Gözü kör olasıca demir, granit kesilmişti.”
Eldeki imkânlarla işin uzun süreceği anlaşıldı ve İstanbul’dan asetilen cihazı istendi. Tam on iki saat sonra istenilen cihaz gönderildi ve çalışmalar hız kazandı. Nihayet Ömer Ziya Efendi ile yanındaki topçu çavuşuna ulaşıldı, her ikisi de dışarı çıkarıldıklarında yaşıyorlardı ancak Ömer Ziya Efendi’nin ciğerleri ani oksijen girişine dayanamadı ve Ömer Ziya Efendi hakkın rahmetine kavuştu. Bu olayla herkesin umudu kırılmıştı hayata kazandırılmaya çalışan herkes böyle can mı verecekti, ilk nefeste. Ancak topçu çavuşun kurtulmuş olması onlara moral verdi ve aynı gayretle çalışmalarına devam ettiler. Bu sefer kıçtaki çarkçı subayları kamarasında bulunan 4 çarkçı subayını kurtarmak için delik açmaya başladılar artık deneyimli oldukları için subaylara ulaştıktan sonra onları birden değil havaya alıştıra alıştıra çıkarmaya başladılar. Mesudiye de mahsur kalan 12 kişiden 11’i 36 saat süren çalışmalar sonucu sağ salim kurtarılmışlardı. Buna rağmen 11 çarkçı subayı ile 25 er toplamda 36 Mehmetçiğimiz boğularak can vermiştir.
Mesudiye bu şekilde battıktan sonra iki ihtimal kafaları kurcalamıştır. Mesudiye gerçekten bir denizaltının saldırısına mı uğradı yoksa infilak mı etti? Fakat olayı görenlerin raporlarına göre bir denizaltının saldırısına uğradığı kanıtlandı. Bu raporlardan biri Ağır Topçu Alayı 3. Tabur 1. Bölük Üsteğmen İsmail’e aittir. “…Rumeli Mecidiyesi istikametinde bir borunun su sathında yürümekte olduğunu haber verdiler. Derhal dürbünle o istikamete baktım. İki karış irtifada aşağıya doğru yürüyordu. Takriben 2 dakika sonra mezkur boru bir daha çıkmamak üzere tamamiyle daldı. Bunun bir denizaltı olduğuna kanaat-i kamile getirdim…”
Ve Saldırıdan Sonra B-11
B-11 ise görevini tamamlamanın verdiği gururla geri dönmüştü. Raporlara göre boğaza girmeyi başaran denizaltı Soğanlı ile Havuzlar arasından ve Rumeli’ye yakın taraftan Mesudiye’ye torpil attıktan sonra Kepez’e doğru hareketle geriye dönmüş tekrar dalarak boğazdan çıkmıştır. B-11 iyi idare edilen bir denizaltı ile Çanakkale’ye girmenin mümkün olduğunu kanıtlamış komutanına o zamana kadar hiçbir denizaltı subayına verilmeyen İngiltere’nin en büyük kahramanlık nişanı “Viktoria Cross” u kazandırmış büyük bir denizaltı gemisine süvari olarak atanmasını sağlamıştır.
KAYNAKÇA
- Çanakkale’de Batırılan Umutlar, Erdoğan Şimşek, 1. Basım, Alp Yay›nevi,
- Çanakkale Savaşları Mehmetçiğin Fedakarlığı, Vatanseverliği, İnsanlığı, Prof. Dr. Yusuf İzzettin Barış, 2. Baskı, Mayıs-2000, Şen Matbaa
- Şanlı Bahriye, Nejat Gülen, Donanma Tarih Kastaş Yayınevi İkinci Baskı 2001 İstanbul
- http://mucahitarmagan.blogcu.commesudiye-zirhlisi-hakkin-da_18109631.html
- http://www.geltag.com/databank.asp?text_id=281
- http://tr.wikipedia.org/wiki/Mesudiye_(z%C4%B1rhl%C4%B1)”
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.