Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na girdiği ilk günlerden biriydi. Başkumandan Vekili Enver Paşa, Cemal Paşa’yla görüşüyordu. Enver Paşa, önce savaşın gidişatıyla ilgili kısa bir konuşma yaptı ve sonra dedi ki: “Süveyş Kanalı üzerine bir taarruz harekâtı yaparak İngilizlerin elindeki Mısır’ı işgal etmek, bu sayede Batı Cephesi’ne göndermekte oldukları birçok Hint tümenlerini Mısır’da alıkoymak, Çanakkale’ye bir çıkarma kuvveti göndermelerine mani olmak istiyorum.”
Ancak Süveyş Kanalı’na bir askeri harekât yapılması fikrinin sadece Enver Paşa’ya ait olmadığı daha sonra ortaya çıktı. Çünkü Süveyş Kanalı’na yönelik bir saldırı planı daha Osmanlı Devleti savaşa girmeden üç ay önce Berlin’de tasarlanmıştı. Alman orduları Başkomutanı General Von Moltke, 1914 Temmuz’unda Enver Paşa’ya, Mısır’a karşı bir girişimde bulunmanın önemini anlatmıştı. Bunun üzerine Enver Paşa, Şam’da bulunan 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa’ya Süveyş Kanalı’na saldırı için hazırlık yapılması talimatını vermiş ancak Zeki Paşa böyle bir saldırının başarısız olacağı raporunu İstanbul’a göndermişti.
Zeki Paşa’nın raporu: “Süveyş Kanalı 80-100 metre genişliğinde olduğundan buradan büyük savaş gemileri girip çıkabilir. Kanalda boydan boya makaslama makineli tüfek yuvaları bulunmaktadır. Tahkimatın gerisinde ona paralel olarak bir tren hattı mevcut ve bunun üzerinde zırhlı trenler hareket edebilir. Susuz Tih Sahrası’nı geçmek için katlanılacak tüm zorluklar, Türk ordusunu İngiliz donanmasının ağır toplarının menzili içine getirecektir. Her tarafta kuvvetli bir düşman direnişiyle karşılaşılacak ve donanmasına güvenen düşman, uzun menzil hattını istediği noktada keserek çöle girebilecek, Türk birliklerini zor duruma düşürebilecektir.”
Üstelik Türkiye’deki Alman Islah Heyeti Başkanı Liman Von Sanders de Zeki Paşa gibi düşünüyordu. Gelişmeler ise başkomutanın yani Enver Paşa’nın fikirleri doğrultusunda gerçekleşti. Berlin, Liman Von Sanders’i Kanal Harekâtına karşı fikir üretmemesi konusunda uyardı. Ve Kasım 1914’te Osmanlı savaşa girdikten birkaç hafta sonra, Zeki Paşa görevden alınarak yerine Bahriye Nazırı Cemal Paşa, 4. Ordu Komutanı olarak atandı. İlginç bir gelişme de Cemal Paşa’nın Kurmay Başkanlığı’na yapılan atamaydı.
Bu görev Alman Yarbay Franz Kress von Kressenstein’a verildi. Yani Almanya harekâtın tam göbeğinde olmak istiyordu. Cemal Paşa, 21 Kasım 1914 Cumartesi günü İstanbul’dan ayrıldı. Haydarpaşa İstasyonu’nda düzenlenen bir törenle uğurlanan Cemal Paşa, tören sırasında;
“Vazifemin yüksekliğini takdir ediyorum. Bu vazifeyi ifa ederken ne büyük müşküllerle karşılaşacağımı da biliyorum. Muvaffak olabilmek için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyeceğim. Eğer muvaffak olamazsam, kanalın sularını kendimin ve kahraman arkadaşlarımın cesetleriyle dolduracağım. Hiç şüphesiz ki arkada kalanlar bizim cesetlerimizin üzerinden geçerek Mısır topraklarına girecekler ve İslam ülkesini İngilizlerin istilasından kurtaracaklardır.” şeklinde bir konuşma yaptı. Cemal Paşa, Şam’a geldiğinde, Süveyş Kanalı Cephesi’nde durum şuydu: Arap Gönüllüler, Binbaşı Mümtaz Bey komutasında El Ariş’i ele geçirerek oraya yerleşmişti. Sina Çölü ortalarındaki Nah Kalesi’ni ise Eşref Bey komutasındaki bir Teşkilat-ı Mahsusa Müfrezesi tutuyordu. Bu müfreze, halifenin ilan ettiği “Cihad” doğrultusunda Arap ülkelerinde Enver Paşa’nın ayaklanmalar çıkarma hayalini temsil ediyordu. Akabe’de ise düzenli orduya mensup birlikler bulunuyordu.
8.Kolordu Komutam Mersinli Cemal Paşa hazırladığı Taarruz Planı ile ilgili dosyayı Şam’a gelen 4.Kolordu Komutanı’na sunuyordu. Bu iki komutanın adları birbirine karışmasın diye ordu komutanına “Büyük Cemal Paşa” denilmeye başlanacaktı. Onun Damaskus Palas’ta kurduğu Karargâh’ta Alman Kurmayları da Almancaya çevirdikleri “Sefer Dosyası” üzerinde çalışıyorlardı. Şam’da ayrıca Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, 25.Tümen Komutanı olarak askerlerinin eğitimiyle uğraşıyordu. Sefer Planı’nın en önemli unsurlarından biri; Sina Çölü’nü geçecek olan “Sefer Kuvveti”ni destekleyecek ve besleyecek “Menzil Teşkilatı”nı kurmaktı. Bu işle “Çöl Menzil Müfettişliği” ünvanıyla görevlendirilen Yarbay Behçet Bey üstün bir çabayla belirlenen “Menzil Noktaları”nda gerekli tesisleri oluşturdu.
Sina Çölü’nün Bir’üs Sebi’deki başlangıcından Kanal yakınlarına İsmailiye’ ye dek uzanan “Menzil Hattı”; Sina Yarımadası’nın Akdeniz kıyılarından epeyce içeride kalmıştı. Bunun nedeni; üstün düşman donanmasının top atışlarında bulunabilecek olması, küçük komando birliklerinin çıkarma ya da baskınlar yaparak menzil tesislerini yok etmesini önlemekti. 250 kilometreyi aşan bir uzunluğa sahip olan Sina Çölü menzil hattı üzerinde ortalama 25 kilometre, azami 30 kilometre aralıklarla, en uygun noktalarda belirlenen yerlerde 8 tane menzil tesisi kurulmuştu.
Bu mesafe, o zamanki koşullarda yaya olarak ya da develerle yapılan intikaller için günlük ortalama yürüyüş mesafesi idi. Bu demekti ki; Filistin’den yola çıkan bir birlik Süveyş Kanalı kıyısına yaklaşık 10 günde gelebiliyordu. Oysa yarım asır sonra yine Sina’da olan Mısır-İsrail Altı Gün Savaşı’nda zırhlı ve motorize birlikler ile günlerle ölçülen bu süreler, saatlere inmiştir. Menzil noktalarında tesis kurulur iken öncelikle artezyen kuyuları açılarak ve yağmur sularım toplayacak hendekler kazılarak, çölde en yaşamsal gereksinim olan suyun tedarikine çalışılıyor, su tüketiminin en az düzeyde tutulması için büyük çaba gösteriliyordu. Birliklerin gıda gereksinimleri için erzak ve zahire depoları oluşturuluyor, ayrıca sağlık hizmetleri için geçici hastaneler kuruyordu. Bunların dışında birliklerin diğer ihtiyaçları için gerekecek malzemeler hazırda bulunduruluyordu.
Bütün bu menzil teşkilatına karşın bunların tedarik ve taşınma zorlukları nedeni ile başka önlemler de alınmıştı. Her askere peksimet, hurma ve zeytinden oluşan,1-2 kiloyu geçmeyen “çöl tayını” oluşturuluyor, ayrıca her birine günde ancak 1 matara su veriliyordu. Cemal Paşa’nın anılarına göre 25.000 civarında mevcudu olan birlik için 11.000 deveye gerek olduğu hesaplanıyordu. Develer güçlükle sağlanabiliyordu.
Şerif Hüseyin’in oğlu Ali komutasında Hicaz’dan göndermeyi söz verdiği Bedevi Kuvvetleri Medine’de kalmışlardı. Oranın komutanlarına karışmaya ve ortamı karıştırmaya çalışıyorlardı. Birlikler, 14 Ocak 1915’ten itibaren Sina Çölü’nü aşarak Kanal’a doğru ilerlemeye başladılar. I.Kademe kuvvetleri 20 günde Menzil Tesislerinde konaklaya konaklaya, Kanal’a 11 km uzaklıktaki son toplanma merkezine yığılmışlardı. Harekât, su sıkıntısı nedeniyle yağışların olduğu ve bu sayede suyun sağlanabildiği 2-3 aylık kış mevsiminde tamamlanmak zorundaydı. Yoksa gelecek kışı beklemek gerekecekti.
Seferberlikten sonra 4.Ordu Karargâhında Yedek Subay olarak görev yapan Falih Rıfkı(Atay) 1932’de “Zeytindağı” adıyla yayınladığı kitabında Kanal Seferi’nin koşullarını şöyle anlatır.
“Biz; İngiliz Ordusu’nun Gazze’ye geldiği gibi Kanal’a tren içinde gitmemiştik. Biz geçtiğimiz zamanlar, Sina Çölü Peygamber Musa’nın geçtiği zaman kadar ıssız, boş, kuru ve çoraktı. Ordunun geçtiği yerlerde, ilk yolları develerimizin ayak izleriyle aşmıştık .” Develerle yapılan bu “intikal”in sağlıklı yürütülmesi için salt Araplardan oluşan bir tümen oluşturulmuş ve görevlendirilmişti.
Gerekçesi şuydu:
” … Böyle bir sefer İmparatorluğun rüyasını bile görmediği için sulh zamanı bir deve teşkilatı yapılmamıştı. Develere hususi bir itina ile bakılmak, yüklerini seferlerini kendi adetlerine göre idare etmek için yetişmiş adamlarımız yoktu. Çabuk hastalanıp ölen bu develerin yerine çölde aşiret bulup deve satın alıyor ve altın bulup veriyorduk “
Plana göre Almanya’da yaptırılan dubalı botlar ve seyyar köprüler, o tarihte tarafsız olan Bulgaristan’dan geçirilecek ve Süveyş Kanalı’nı aşmak için bu araçlar kullanılacaktı. Ancak Kanal Harekâtı için gereken hazırlık henüz yapılamamıştı. Suriye ve Filistin’den geçen yol artık at arabalarının bile hareket edemeyeceği kadar bozuktu. Asker toplamı 440 subay ve 11 bine yakın erdi. Develerle çöl geçişinde 10 günlük erzak ve su taşınabilecekti. Motorlu taşıt yok denecek kadar az olduğu için cephane veya erzak biterse ikmal olanağı da tam bir muammaydı. Tüm bunlardan daha da önemlisi, telgrafla haberleşme cihazı ya da keşif maksatlı uçak zafiyeti mevcuttu. Sadece Kanal’ı geçmek için gereken botlar sağlanmıştı.
İngilizler ise kanalın savunmasına büyük önem vermişlerdi. Süveyş Kanalı’nın Port Said’den Kantara’ya kadar olan bölümünde yapay olarak su taşırılarak saldırıya karşı doğal engeller oluşturulmuştu. Çöl tarafından da saldırı yapılması çok zordu. Sadece 70 km uzunluğundaki saha tehdit altındaydı. Bölgede 6 İngiliz, 7 de Fransız uçağı bulunuyordu. Cemal Paşa, yanında Erkan-ı Harb Reisi Von Frankenberg ve müşaviri Von Kress ve daha birtakım Alman subayları olduğu halde 20.000 kişilik bir orduyla 14 Ocak 1915’te Şam’dan Mısır’a hareket etti. Cemal Paşa anılarında seferden şöyle bahsediyordu: “Askerler, Al Bayrak Dalgalanıyor Kahire Üzerinde marşını söylüyorlar. Ancak ben de dahil hiç kimse seyyar köprüleri nasıl kuracağımızı bilmiyoruz … ” 300 kilometrelik bir kum çölü olan Tih Sahrası’nı bin bir zahmet, meşakkat ve mahrumiyet içinde geçen Osmanlı ordusu, 3 Şubat 1915’te kanal bölgesine ulaştı. Cemal Paşa, “Hatıralar” adlı eserinde bir nümayiş (gösteri) olarak nitelediği bu saldırının amacını “Kanal’da kendilerini rahat bırakmayacağımızı İngilizlere anlatmak ve Mısır’da büyük bir İngiliz kuvvetini bağlamak” olarak tanımlıyor ve ardından İngiliz güçleri ile olanaklarını sayıp döküyordu. Ayrıca günümüzdeki bazı hayalperestlere ibret olması gereken şu sözleri ekliyordu:
“Eğer bana münhasıran şiddetli ve ciddi bir nümayişten ibaret olan bu hareket, harikulade bir talih sayesinde muvaffakiyet ile neticelenirse, bunu da İslam’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kati kurtuluşu için hayırlı bir alamet addederek, müteşekkir kalacağımız pek tabii idi.” Bu ham hayaller daha hareketin ilk saatlerinde, büyük darbe yedi. Çöl içindeki son toplanma merkezinden Kanal’a yürüyüşte gecikmeler olunca en dar yeri 100 metreden az olmayan Kanal’a köprücü pontonların kuruluşu sırasında, şafak sökmeye ve geçişi gün ışığında yapmaya başlamıştı.
Durumu fark eden İngilizlerin müdahaleleri gecikmedi. Pontonların 3’ü hariç hepsi tahrip edilmişti. Karşıya ise öngörülen asker sayısının ancak onda biri, 600 kadar asker geçebilmişti. Onlar da kısa sürede tutsak edildi. İngilizler zırhlı gemileri ve trenleri devreye soktukları yüksek ateş gücü ile 5-6 bataryalık Osmanlı topçusunu bastırmakta güçlük çekmediler.
Öğle saatlerinde duruma hâkim olmuşlardı. Türk topçusunun bir yardımcı kruvazörü tahrip etmesi, sonucu değiştirmemiştir. Öyle ki; bir süre sonra Kanal’dan 3.5 kilometre içeride bir kum tepesinin üzerinde kurulan Osmanlı karargahı bütün faciayı güpegündüz izliyor, elinden bir şey gelmiyordu. Bir süre sonra İngiliz uçakları burayı saptayınca, topçu atışlarından Ordu Karargâhı da nasibini almaya başlamıştı.
Cemal Paşa, saat 15.00 sıralarında komutanlarını ve kurmaylarını, Ordugâh’ta topladı. 10 pontondan geriye kalan 3 ponton ile karşıya geçiş, İngilizlerin bu üstün konumunda bir hayal bile değildi ve faciayı büyütmekten başka bir işe yaramayacaktı. Ancak Harekatı yürüten 8.Kolordu’nun Kurmay Başkanı Alman Von Kress direniyordu:
“Fakat Paşa Hazretleri ben diyorum ki; Seferi Kuvvet’in bugünkü vazifesi, Kanal önünde kamilen ölmekten ibarettir.”
2,5 aylık uzun ve yorucu hazırlıkların sonucunda Kanal önünde bir gün kalınabilmişti. Cemal Paşa, yazılı çekilme emrini verdi. Birlikler akşama kadar konumlarını koruyarak savaşa devam ettiler. Karanlık bastığında, malzemelerini toparlayarak ordugâhı boşalttılar. Geri dönüş 10 günden fazla sürdü. 15 Ocak’ta ayrıldıkları çöl içindeki ilk ordugâh olan Bir’üs Sebi’ye tam 1 ay sonra 15 Şubat’ta dönülebildi. Osmanlı kaynaklarına göre I.Kanal Seferi’nde; 192 Şehit (14 Subay, 178 Asker), 381 yaralı(15’i subay, 366 Asker), 727 kayıp(15 subay, 712 asker) kayıp verilmişti. Kayıpların çoğu Kanal’ı geçip tutsak düşenlerdi.
İngilizler ise Osmanlı kayıplarını 1000 Şehit, 2000 yaralı, 650 tutsak olarak gösteriyordu.
Falih Rıfkı, Zeytindağı adlı eserinin “Çöl Destanı” bölümünde bir İngiliz savaş bildirisindeki şu değerlendirmeyi aktarıyor:
“Düşman Şubat’ın üçüncü günü üç buçukta Kanal’ı, geçmek için azimli bir teşebbüste bulunmuşsa da eriyip gitmiştir.”
Kanalı geçenlerin başına gelenleri ise şöyle anlatıyor:
“Yüzme bilmeyen bir kıta tutulum takınarak Kanal’a atıldı. Bizim kenardan diğerine kadar silahlı olarak suya giren bu Anadolu çocukları, öbür kenara esir olarak çıktılar. İngilizler; bu askerleri soyup güneşte kuruttuktan sonra Halife ve İmparatorluğu tezyif(alaya alma) için Kahire sokaklarında çıplak dolaştırdılar.”
Ancak Enver Paşa bir yıl sonra, Süveyş Kanalı harekâtını bir kez daha gündeme getirdi. Suriye’deki çöl kuvvetlerinin başında Yon Kressenstein vardı. Fakat İngilizler artık Mısır’da çok büyük bir güç olmuşlardı. 9 bin kişilik Türk kuvveti tarafından 4 Ağustos 1916’da yeni bir kanal harekâtı yapıldı. Romani bölgesine yapılan saldırıdan da sonuç alınamadı. İngilizlerin 900 kişilik kaybına karşın, Osmanlı Kuvvetlerin yarıdan fazlası kayıp verildi. Ertesi gün çekilme başladı. Yavuz yadigârı Mısır’a kavuşma hayalleri Süveyş kanalının sularında nice evladın kanıyla beraber yitip gitmişti…
KAYNAKÇA
- Siyasi Tarih (R. Uçarol); sh.360
- Siyasi Tarih (F. Armaoğlu); sh.122
- İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi; cild-4, sh.426
- Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina ve Filistin Cebhesi (Genel Kurmay Başkanlığı Yayını)
- Türkiye’de İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi; cild-18, sh.10292
- Ramazan Balcı, ‘Osmanlı’yı yıkan cephe: Filistin’ s.24,25-Nesil Yayınları
- Ali Fuad Erden, ‘Suriye Hatıraları’ s.2-İş Bankası Yayınları
- Age s.18,240,260-264
- Falih Rıfkı Atay, ‘Zeytindağı’ s.10-Pozitif Yayınları
- Selahattin Günay, ‘Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk?’ s.116-İş Bankası Yayınları
- Alte Denkmaeler aus Syrien, Palastina und West Arabien (1918) (Suriye, Filistin ve Batı Arabistan’daki Eski Anıtlar)
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.