Çanakkale yeniden doğuştu. Türk’ün eskide olduğu gibi tüm varlığıyla gücünü ortaya koyup düşmana kafa tuttuğu çetin mücadelelerin yaşandığı yerdi. Ve Çanakkale Savaşı milli mücadelenin Cumhuriyetin, Yeni Türkiye’nin ön sözcüsüydü. Birinci Dünya Harbi’nin en çetin cephesiydi.
İtilaf Devletleri İstanbul’u Çanakkale yoluyla ele geçirmeyi düşünmekteydi. Çnanakkale’yi deniz donanmasıyla geçebileceklerine inanıyorlardı. Savaşın seyri istedikleri gibi gitmedi ve 18 Mart günü Çanakkale’yi deniz donanmasıyla geçemeyeceklerini anladılar. Yenilmez dedikleri armada yenilmişti. Müttefikler için inanılması çok güç bir durumdu. Bu gelişmeler yaşandıktan sonra müttefikler Çanakkale’yi sadece deniz donanmasıyla geçemeyeceklerini, ek olarak kara desteğine ihtiyaç olduğunu anlamışlardı. Artık Çanakkale donanma ve ordu iş birliğiyle geçilmeye çalışılacaktı.
Kara çıkarmaları 25 Nisan’da başlamış ve 15 Mayıs’a kadar çeşitli mücadeleler yaşanarak devam etmiştir. Mücadelenin büyümesiyle Çanakkale Güney ve Kuzey olmak üzere iki bölgeye ayrılmıştı.Güneyde Zığındere, Kirte, (Alçıtepe), Kerevizdere, Seddülbahir (çıkarma koyları: Morto, Ertuğrul, Tekke, Pınariçi ve İkizkoy) olmak üzere cephe gerisinde Soğanlıdere ve Şahindere bulunmaktaydı. Kuzeyde ise Kabatepe ile Kocaçimentepe arasındaki bölgeler: Kabatepe, Albayrak Sırtı, Kanlısırt, Kırmızısırt, Merkeztepe, Bombasırtı, Cesarettepe, Baby 700, Düztepe, Conkbayırı olarak uzanan hattır. Bu bölgenin cephe gerisinde Karayörükdere, Çataldere, Kesikdere, Kemalyeri ve Kocadere vardır. Arazi yapısına bakacak olursak güney geniş düzlüklerden oluşmakta, siperler arası mesafe 300 metreyi bulmakta ve bunun sonucu olarak da denizden ve karadaki topçu birliklerinden yararlanılmaktaydı. Kuzeyde ise durum farklıydı. Oldukça engebeli bir arazi yapısı ve buna bağlı olarak müttefik siperleri ile Osmanlı siperleri arası mesafenin yakınlığı ve bunun sonucunda da güneyde olduğu gibi denizden ve karadaki topçu birliklerinden yararlanılamamaktaydı. Çünkü savaş alanı dardı.
Eğer karadaki topçu kuvvetlerinden yararlanılsaydı kendi askerini vurma gibi bir durum söz konusu olacaktı. (ki siperler arası mesafe 8 metre) Bunun yerini yerin altındaki bombalar aldı. Şüphesiz bunlar lağımlardan başka bir şey değildi.
Türk ordusunda çok eşli tariklerden beri bulunan lağımcı sınıfının ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Lağım, Osmanlı zamanı askeri teknolojisinde ; Kale kuşatmalarında,surlarda gedik açmak veya düşman ordugahına zarar vermek amacıyla açılan tünellere denirdi. Bu işi yapanlara da ‘’Lağımcı’’ olarak isimlendirilirdi. Lağımcıların başında bulunan kişiye ‘’Lağımcı Başı’’ denirdi. Lağımcıların bir diğer görevi de; ordu ağırlıklarının geçirilmesi için köprü yapmak ve düşman lağımlarını yok etmekti. Özellikle savaşın şiddetinin azaldığı siper savaşlarının yoğunlaştığı dönemlerde başvurulan lağım muharebelerinde taraflar kendi siperlerinden düşman siperlerinin altına varıldığı anda dinamit benzeri patlayıcılar yerleştirmekteydi.
Aynı tünelde kendi siperlerinden müttefik siperlerinin altına yerleştirilmiş olan dinamitlere bağlı fünyeyi elektrik yoluyla ateşleyip patlayıcıların infilakına neden olmakta ve böylece ir siperi daha yok ederek amaca ulaşılmış olunmaktaydı. Arıburnu’nda arazi engebeli, yarlar ve vadilerle bezeliydi. Siperler birbirine çok yakın olduğu için hücum etmek de güçleşmişti.
Dolayısıyla buradaki lağımcılar toprakta tüneller açarak karşı siperleri patlayıcılarla infilak ettirmekte görevliydi. Türkler, lağımları kazma kürekle açarken; düşman hayli modern kazı gereçleri kullanıyordu.
Türkler, lağım çalışmalarında zamanla düşman ölülerinden veya zapt edilen siperlerden ele geçen İngiliz veya Avustralya malı siper kazma araçları kullanmaya başladılar. Siperlerin iyice yakınlaşmasıyla Arıburnu cephesinde siper kazmak ve lağım patlatmak gibi faaliyetlerle geçti.
Dolayısıyla, buradaki lağımcılar toprakta tüneller açarak karşı siperleri patlayıcılarla infilak etmekle görevliydiler. Türkler, lağımları kazma-kürekle açarken, düşman hayli modern kazı gereçleri kullanıyordu. Türkler, lağım çalışmalarında zamanla, düşman ölülerinden veya zapt edilen siperlerden ele geçen İngiliz veya Avustralya malı siper kazma araçlarını kullanmaya başladılan Siperlerin iyice yakınlaşmasıyla Arıburnu cephesinde siper kazmak ve lağım patlatmak gibi faaliyetlerle geçti. Karşılıklı baskınlar, bomba düelloları ile sarsılan Bombasırtı’nda ilk lağım (tünel) patlatılmış, lağım savaşları da başlamıştı. Bu bölge Türkler tarafından Bombasırtl, müttefikler tarafından ise Quinn’s Post olarak adlandırılır. “Quinn’s Post” adını bölgeyi savunan ve 29 Mayıs günü ölen Binbaşı Hugh Quinn’den alırken, Bombasırtı adını da savaş esnasında bu noktada siperler arasındaki mesafenin çok kısa olmasından dolayı, atılan el bombalarının patlamadan karşı sipere tekrar atılabilmesinden almıştır. Türklerin ilk lağımı burada patlatmalarının sebebi ise bu bölgenin daha çok Avustralyalı askerler tarafından savunulduğu için stratejik açıdan önemli oluşu ve aynı zamanda Avustralya ileri hat siperini oluşturmasıydı. Bu nedenlerden dolayı Türkler ilk lağımı 29 Mayıs 1915 günü burada patlatmıştır. Patlamanın ardından bu tehlikenin bütün Anzac karakollarını tehdit etmekte olduğu ortaya çıkmıştır.
Mayıs sonunda Arızac cephesi bir garip sükûnet evresine girdi. Günlük çatışmalar her zaman olduğu gibi devam ediyordu.Fakat belirgin durgunluk kendini hissettirmeye başladı. Bir süreden beri Quinn’deki (Kanlısırt) Avusturalyalılar bazı garip takırtıların farkına varınca, sahipsiz bölgenin altında alelacele bir takım tüneller kazarak içlerine dinleyiciler yerleştirmiştir. Daha önce çevreye hâkim olan tepelerin mevzilerine yönelik yarışmada olduğu gibi dost ve düşman yerin altında da birinciliği ele geçirmeye çalışıyorlardı.6 Mevzi harbinin yorucu tekdüzeliği içinde haftalar ve aylar geçti. Siper savaşı, buna rağmen komutanlardan ve birliklerden yüksek gayretler göstermesini gerektiriyordu. Sürekli olarak pusuda bekleyen bir düşman karşılarındaydı ve Türklerin bir dikkatsizliğini ya da zaafını görebilirlerse yıldırım hızıyla ileri atılacaklardı. Birçok yerde sadece birkaç adım tutan ateş hatlarındaki mesafe, lağım savaşının genişletilmesini gerektiriyordu. Artık lağım patlatma işi karşılıklı olarak devam edecekti.Düşman lağım patlatma faaliyetini genişletince, Esat Paşa da Zonguldak madenlerinden bir maden grubu cepheye getirmiş, bunlar askerlerimize öncülük yapmıştı. Lağım denilen tüneller sessizce ve büyük bir dikkatle düşmanın altına doğru kazılıyor ve patlayıcı doldurularak infilak ettiriliyordu. Bu arada yeraltında karşılaşan düşmanlar birbirlerini süngülemek veya birbirlerine teslim olmak zorundaydı.
Lağım savaşları Çanakkale Savaşları içerisinde yeni bir nitelik kazanmış ayrıca ilgilenilmesi gereken bir harp sanatı olmuştur. Nitekim Quinn’ deki ilk lağım patlayınca, Türklerin neredeyse Avustralya ileri hatlarına varacak olan bir tünel kazmakta olduğu kanısını doğrulamışlardır. Daha önce, aralarındaki tecrübeli bir madenci Old Ganger Slack (ihtiyar Amele Çavuşu Slack) diye bilinen aksi bir kıta çavuşu tehlikenin pek yakın olduğunda ısrar etmişti.4 Bazı Türk askerleri de, düşmanın kendilerine doğru olanlarına “Camouflet” adını verdiği lağımların, siperlerine doğru kazılıp kazılmadığını önceden anlayıp tedbir alabilmek için metrelerce uzunlukta demir çubukları siperlerin içine çaktırmış üstüne konserve kutuları yerleştirilmişti. Bu sayede düşman tarafından bu siperlerin altında lağım kazıldığında oluşacak ufak sarsıntıların etkisiyle konserve kutuları sallanacak ve tehlikeyi önceden bildirecekti. Bunlardan anlaşılıyor ki her iki tarafın askeri için lağım savaşları başlı başına yakın ve büyük bir tehlikeydi.
Peki bu kadar yakın tehlike askerlerde ne uyandırıyordu? Sessiz anlarda, toprağın içindeki esrarengiz çalışmaların sesi duyuluyordu. Tıpkı bir volkan üzerine oturtuluyormuş hissi doğuyordu, sanki her an havaya uçmak tehlikesi içindeydi. Münim Mustafa da lağım patlarken yaşananları ve hissiyatları şöyle aktarıyor:
“Saat dört buçuktu. Düşman topçu ateşinden kurtulmak için zeminliklere sığınmıştık. Başucumuzda hadsiz, hesapsız patlayan şarapnelleri gözümüzle takip ediyorken birdenbire toprağın içinden sanki tazyik ediliyormuş gibi bir hareket, bir inilti duydum. Bir saniye geçmeden toprak göğe kalkıyormuş gibi bir inilti sesiyle sersemledim. Ne olduğumun farkında değildim. İnsanları aptallaştıracak bir şey olmuştu. Kulaklarımdan acı acı patlayan bir gürültünün uğultuları geçmemişti, sersem gibiydim. Bu sırada zeminlikten başımı çıkardım, bir de ne göreyim! Bol güneşli bir yaz günü olmasına rağmen, güneşle aramızda topraktan bulut gibi bir tabaka hâsıl olmuş, sema ve güneş görülemiyor! Havadan yerlere mütemadiyen taş, toprak yağıyor ve bu meyanda parçalanmış insanların muhtelif uzuvları; kol, bacak, kemik semadan düşüyor!
-Aman yarabbi bu nedir dedim!
Alay kumandanı gözleri evinden fırlamış bir halde zeminlikten kendini dışarı fırlatmış bana “Ne oluyoruz?” diye soruyordu!
– Git; vaziyet hakkında malumat al ne oluyoruz! diyordu. Bu bir dakika içinde olmuştu. Bulunduğumuz yeri bunaltıcı siyah bir duman kaplamış göz gözü görmüyor! Boğucu bir hava yaratan dinamit kokusu, bize nefes aldırmıyordu. Çukurlarda, dere içlerinde tahammül edilemeyecek derecede gaz kokusu vardı. Herkesin boğazı yanıyor, bazıları baygın halde yatıyordu. Üstümüz başımız isli, kurumlu bacafardan çıkan insanlar gibi kararmış olduğumuz için tanınmayacak hale gelmiştik. Yine soruyorduk: “Ne oluyoruz! Yeryüzündeki silahlar, denizdeki zırhlılar, havadaki tayyareler, yetmiyormuş gibi şimdi bir de toprakların altını, lağımları da hesaba katmak lazım mı gelecekti!
Lağım gerçekten iyi ve etkili bir silahtı. Bu 27. Alay, 2. Tabur, 1. Bölükte bulunan Ali Demirel’in gözüyle şöyle dile getiriliyor:
“Düşman kaçarken tünel kazıp içine dinamit doldurmuş. Patlatınca bizden bir bölük gitti. Hiç kimse kurtulmadı. Toprak minare gibi havaya çıktı.
Çanakkale gazilerinden Lağım muharebelerinde bulunmuş olan Ecir Bin Mustafa “Yeni Mecmua”ya vermiş olduğu röportajda yaşananları şöyle dile getiriyor.
“Emir verdiler; ‘Lağım atılacak bu gün.’ dediler. Tarassutta dörder kişi kurşun atıyor; biz de nöbet bekliyoruz. Birbirimizi değişiriz. Bizim fırka kumandanından emir geldi:
– Dört sekiz olsun, dediler.
– Dördünüz süngü takın, dördünüz kurşun atın, dediler.
Kum torbasının üzerine süngüleri uzattık. Yani düşman bizi çokluk görecek ki, o da kendi siperlerine asker yığacak. Lağım patlayınca çok telefiyat verecek. şimdi başladık ateşe; derken o da başladı. Derken bir gır, gır, gır, gır gitti gayrı. Bizimkiler lağımı doldurdular kum torbasıyla; ağzına kadar kaydılar. Fitili ateşlediler. Fitilin, efendime söyleyeyim, bir ucu ta buda; bir ucu ta orda! Fitil yanayana vardı, ta baruta değdi. Lağım patladı.Patladıktan sonra dağlar böyle devrildi.
(Dilinin tasvir edemediği o dehşetli sahneyi ellerini açarak. Kollarını havaya kaldırarak, gövdesini sallayarak daha canlandırmaya çabalıyordu.) Devrilince düşmanın bacakları, kolları havada uçarken gördük; ayak parçası, efendime söyleyeyim, insan kellesi, şapkası, göğdesi mövdesi, yani hepsini havanın yüzünde gördük… Sonra ateş bitti. Duman savruldu.” Carl Mühlmanbu durumu şu şekilde izah ediyor: “Türk askerleri Çanakkale Savaşı’nın genel seyrinde olduğu gibi lağım savaşlarında da başarıyı ve kahramanlığı elinden düşürmüyordu. Türklerin tehlikeye en çok maruz kaldıkları noktalardaki tutumları şaşırtıcıydı ve hatta hayranlık uyandırıcıydı; çünkü onlar itidallerini yitirmiyorlardı. Keza lağım döşemede öğrenmeye hevesli olan Türklerin yetkin hocası Alman istihkâmcılara da rastlanıyordu.’
Lağım savaşları sırasında bölüklerinde taburlarında alaylarında sivrilip, lağım savaşlarından dolayı kahramanlıkla eşdeğer lakaplar takılan askerler de vardı. Münim Mustafa’nın hatırasında bu şekilde kahramanlaşan bir askere rastlıyoruz.
“Bir gün de biz lağım açıyorduk. Meğer aynı noktada İngilizler de lağım açıyorlarmış. iki taraf askerleri birdenbire toprağın altında karşı karşıya gelince birbirlerine ateş etmeye başlamışlar. Aslen Ödemişli cesur bir asker olan Hakkı Onbaşı lağımın içinde İngilizleri önüne katarak ta kendi siperlerine kadar kovaladıktan sonra kum torbalarıyla lağımın İngilizler tarafından kapatılması üzerine geri dönmüştür. O günden sonra Hakkı Onbaşı’nın ismi cesaretinden, kinaye olarak arkadaşları arasında Kanlı Siper Kurdu olmuştu. Tabi bu kahramanlıklar yaşanırken lağım patlatmak uğruna toprak altında kalan yiğitler de vardı.”
Bütün mevzi kısımları, bu lağım savaşının seyri esnasında dıştan bakıldığında korkunç savaşın dehşetini yansıtan ıssız bir huni tarlasına dönmüştü.MücadeIenin ne denli kanlı olduğunu, ölümün muhakkak olduğu anda da tereddüt etmeden ölüme koşulduğunu, savaş sonunda da sağ kalanların nasıl bir psikoloji içerisinde olduklarını Üsteğmen Keone Garfield’in anılarında görmekteyiz.
“Siperler ölülerle doldu, bazı siperlerde ölülerin birbiri üzerine yığılmasından oluşan yükseklik 2-3 metreyi buluyordu. Avustralyalılar ve Türkler öyle kaynaşmışlardı ki ayırmak mümkün değildi. Bu savaşta biz 2.000, Türkler 7.000 zayiat verdiler. Her taraf pislikten ve kokudan geçilmiyordu. Kanlısırt’ tan ben sağ çıktım ama psikolojik olarak değil. Buradan kimse sağlıklı çıkamazdı. (6 Ağustos 1915)” En kanlı mücadelelerin yaşandığı bu yerlerde bazen siperlerin patlamasıyla karşı karşıya kalan askerler gırtlak gırtlağa girerek kendilerinin kavganın ortasında bulabiliyorlardı. işin ilginç kısmı da müttefiklerle askerlerimiz arasındaki dostluğun da en çetin kavgaların yaşandığı bu siperlerde doğması olmuştur.
Mehmet Akif de şu mısralarla Çanakkale’de lağım savaşlarında yaşanan ruhu çok güzel anlatmıştır:
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Vatan için binlerce yiğidin gözünü kırpmadan ölüme koştuğu, isimsiz askerlerin tarih sahnesine adlarını yazdırdıkları, üç adımlık mesafede gırtlak gırtlağa mücadelelerin yaşandığı, kendinden çok üstün orduların denizden ve karadan saldırdığı, ecdatların atalarından aldığı bayrağı en şanlı haliyle dalgalanması için buranın geçilmez olduğunu dünyaya bildirdikleri, vatanı uğruna çocuğunu, karısını, anasını yetim, dul, gözü yaşlı bıraktığı yerdi Çanakkale… Hiç kolay olmamıştı “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ”i tarihe kazımak…
KAYNAKÇA
- ALBAYRAK Muzaffer, Mustafa Çakıcı, Recep Uzundağ, Salih Kahriman, Yılmaz Karaca. Osmanlı Belgelerinden Çanakkale Muharebeleri, C. I , Başbakanlık Basımevi, Ankara 2005
- APUHAN, Recep Şükrü. Çanakkale 1915 Ölüme Koşanlar, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2007
- MARTI Metin.(Yay. Hazırlayan) Münim Mustafa Cepheden Cepheye, Arma Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2002
- MÜHLMAN Carl. Çanakkale Savaşı Bir Alman Subayının Anıları, Çev. Sedat ümran, Timaş yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2006
- ÖNDER Cahit. 7 Cephenin Gazileri Anlatıyor, Şehitkale Yayıncılık, 4.Baskı, İzmir 2005
- Muzaffer Albayrak; Mustafa Çakıcı; Recep Uzundağ; Salih Kahriman; Yılmaz Karaca, Osmanlı Belgelerinden Çanakkale Muharebeleri, C. I, Başbakanlık Basımevi, Ankara 2005
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.