Harp Hatıraları ve Günlükleri

Savaşta Çanakkale Şehir Hayatı

Çanakkale Cephesi, muharebe alanlarını olduğu kadar Çanakkale şehrini de etkilemiştir. Henüz muharebeler yoğunlaşmadan önce, muharebeden doğrudan etkilenebilecek sivil halkı korumak için Gelibolu Yarımadası ile Çanakkale merkez ve bağlı köylerinin Anadolu’nun içlerine doğru sevk edildiği bilinmektedir. Bu tahliyeler, bölgenin tam anlamıyla askerî bir alana dönüşmesi amacıyla da gerçekleştirilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen özellikle Çanakkale şehir merkezinde, kimi sivillerin yaşamaya devam ettiği görülmektedir. Daha güvenli alanlarda kalarak yaşamlarını sürdürmeye çalışan bu insanların, gerek temel gıda üretimi sağlayan fırın ve benzeri küçük işletmelerde çalıştıkları gerekse yaralı taşıma veya cephe gerisi küçük işleri yaptıkları bilinmektedir.
Muharebeler esnasında Çanakkale şehrini ziyaret eden Abdullah Fevzi Efendi, şehir hayatını ve savaşlın yarattığı tahribatı şöyle anlatmaktadır:

“Hasta olmama rağmen şehri gezmek istiyordum. Kendi kendimle bir müddet çekiştim. Nihayet bir sabah erkenden kalktım, şöyle bir evleri ve duvarları görecek kadar ordugâhtan ayrıldım ki, şehir aşkına kendini arz eden bir sevgili gibi karşımda parıldayıverdi. Gözüme ilk takılanlar her tarafı yıkık dökük, köşkler, evler oldu. Karşıma mamur bir şehir yerine her tarafı harap ve bomboş bir şehir çıkıverdi. Beni bir dehşet kapladı. Düşmana öfkelendim, onların şehri bu hale getiren vahşetine kızdım. Kendi kendime şöyle mırıldandım: ‘Vah vah bu şehrin insanlarına! Düşman onların tırnaklarını sökmüş, bu zilletten nasıl kurtulacaklar?’ Denizden ve karadan en büyük mermileri ve patlayıcıları şehrin ve insanların üzerine atmış, ortalığı yakıp yıkmış.

Sonra şehre girdim. Caddeleri şöyle gözetliyor, araştırıyorum. Ortalıkta insanı üzen, yüreğini yaralayan kötü kötü manzaralar var. İnsanın bunları görüp de ağlamaması, bu matem havasını duyup da dizlerini dövmemesi imkânsız. Nice güzel evler, iyi yapılmış binalar, baygın düşüp yere secde eylemiş. Öylece bırakılmış, kalanları da rüzgâr uçurup gider. Nice burçlar, kaleler, şehrin ziyneti olan yapılar, adeta kül yığınına dönmüşler. Rüzgâr onları alıyor, savuruyor. Onlardan kalan ne varsa, yün gibi, tüy gibi oradan oraya götürüyor. Nice fukara evleri, yoksulların barındığı kulübeler, çıkan bir yangına, ateşe küçük birer lokma oluvermişler. Neredeyse izleri bile yakında yok olacak hale gelmiş. Şehirdeki evlere mutlaka bir zarar erişmiş. Ya düşman mermileri veya çıkan yangınlar orada büyük hasarlar yapmış. Binaları ya yere yatırmış veya tamamen yok etmiş.

Şehirde bu tür zararlardan korunmuş üç-beş bina kalmış adeta. Onlar da şehir hastanesi, birkaç atölye, deniz kıyısındaki bazı dükkânlardan ibaret. Çanakkale’ye göre doğuda kalan, yarımadanın ve boğazın üzerindeki Kilitbahir’in yukarısında olan yüksek arazi sebebiyle bu saydığımız binalar isabet almamış. Ateşle binalar arasına bu yüksek arazi engel olarak girdiği için korunmuşlar. Böylece bu tepeler, gerek Kilitbahir’i ve gerek Çanakkale’nin bu kesimindeki evleri korumuş. Demek ki Allah, tayyarelerin bela ve şerrinden buraları muhafaza buyurmuş. Şehrin sayfiye kesimindeki bir takım evler, azıcık uzakça olan diğer bazı mıntıkalar, oldukları gibi güzelce duruyorlar. Göz alıcı halleri, düşman eli değmemiş manzaraları devam ediyor. Fakat oralar da bomboş; giren çıkan, öten çağıran yok. İnsan kısmı oraları terk etmiş, oralar cinlere teslim edilmiş. Caddeler ve ara sokaklar, kül tabakası halinde kalmışlar veya üstlerine yangınların ortaya çıkardığı kömürlerin kapladığı elbiselere bürünmüşler: Kül ve kömür elbisesi. Buraları dehşet içinde gezip incelerken, mahallelerde bir tek oralı insana rastlamadım. Çarşıda da ne esnaf gördüm, ne satıcı, ne tüccar. Pek az insanla karşılaştım. Ne alış var, ne veriş. Dükkânların ve iş yerlerinin çoğu, ticari mekânlar, ticari eşya depoları, ithalat ve ihracat işleri yapan yerler hep harap vaziyette. Tamamen yıkıma uğramışlar. Bunların pek azı mamur, onlar ise kapalı haldeler. Çok az sayıda; fırın, kasap, sütçü, aşçı dükkânı gibi yerler açık, onların da sayıları pek az. Bunlar da sokakların dip ve bucaklarına gizlenmiş halde. Oralarda az da olsa alışveriş devam ediyor. Fakat onlar da korku içinde ve istikrarsız açılmakta. Tepelerine bir tayyare gelse, neredeyse açık dükkân kalmıyor, alış-veriş tamamen duruyor. Herkes yeraltı sığınaklarına istihkâmlara ve özel yerlere kendilerini atıyorlar. Şehirden kaçıp tenha ve korunalı yerlere iltica ediyorlar. Kaçamayan ve tedirgin gidip gelenler ise, ya şehre gelen muhacirler, ya askerler ve emniyet mensuplarıdırlar. Bunlar da Çanakkale halkından olmayan kişilerdir. Şehir halkı tamamen köylere veya daha uzak yerlere, düşman istila eder korkusuyla gitmişler. Hepsi bir sığınak, bir iltica mahalli aramışlar. Kimi koca koca evlerini, saray gibi köşklerini terk etmişler, kale ve burç gibi hanelerini, akarsularını, ağırlıklarını, pınarlarını, güzelim kuyularını, ev eşyalarını, ticari mallarını dükkân ve tezgâhlarını, renk renk kumaşlarını öylece olduğu gibi bırakıp can derdine düşmüşler, buraları terk etmişler. Şehir köpeklere vatan olmuş adeta. Ortalıkta dolaşan kedilere teslim edilmiş.”


KAYNAKÇA

Abdullah Fevzi Efendi, Çanakkale Cephesinde Bir Müderris, Haz. Ali Osman Koçkuzu, İz Yayıncılık, İstanbul, 2010.

About the author

ÇSATT

Biz geçmişten geleceğe kurulmuş bir köprüyüz.
Biz 1915’te canlarını feda eden kahraman Türk askerinin torunlarıyız.
Biz Seyit Onbaşı, Yahya Çavuş, Cevat Paşa’yız.
Biz Çanakkale’yiz.
Biz ÇSATT’ız.

Leave a Comment