Otomobile binerek, kıyı boyunca yol aldık; mihmandarım, Çanak’tan (ÇANAKKALE) güneye doğru yedi mil kadar uzanan mayın tarlalarına dikkatimi çekmekteydi. Almanlar ve Türkler bu bölgeye yaklaşık 400 mayın yerleştirmişlerdi. Bana, Ruslar’ın bu tahrip edici malzemeden kendilerine hatırı sayılır miktarda bağışlamış olduklarını büyük bir hazla söylemiş bulunuyorlardı. Rus destroyerleri, günlerce, Karadeniz’in Boğaziçi girişindeki bölümüne mayın yerleştirmişlerdi; bunların akıntıya kapılıp sürükleneceklerini ve umulan işi yerine getireceklerini umuyorlardı. Türk ve Alman mayın temizleyicileri her sabah harekete geçip bu mayınları yakalamışlar ve getirip Çanakkale Boğazı’na yerleştirmişlerdi.
Erenköy’ deki batarya da ağır bir bombardımana tabi tutulmuş, fakat çok az etkilenmişti. Dardanos’un aksine, bir tepenin arkasına yerleştirilmişti ve bütünüyle gözlerden uzakta bulunuyordu. Bana söylenildiğine göre, bu noktayı güçlendirmek için Türkler, boğaz içlerinde yaptıkları takviyeleri hemen hemen dağıtmak zorunda kalmışlardı; boğazın o bölümü Çanak’tan Nara Erenköy’ün güneyinde, yolun kenarındaki tepelerde Almanlar bir yenilik gerçekleştirmişlerdi.
Bulgar savaşından arta kalmış olan birkaç havan topu bulmuşlar ve bunları beton temel üzerine yerleştirmişlerdi. Her batarya bu tabyalardan dört veya beş taneye sahipti; onların görünüşlerini incelediğimde, gerçekte silaha sahip olmadıklarını ortaya koyan birkaç önemli nokta keşfettim. Bu havan toplarından bir tanesini bir tabyadan diğerine çeken bir manda sürüsünü –Sanıyorum operasyonda yer alan on altı tanesini saydım- görmüş olmam beni son derece şaşırttı. Öyle görünüyor ki, bu, savunma planının bir parçasıydı. Düşen gülleler filonun o sahayı ele geçirdiğini gösterir göstermez, havan topu manda kafilesinin yardımıyla bir diğer beton tabyaya taşınacaktı.
Subaylardan biri, “Bizim bundan çok daha iyi bir hilemiz var” diye seslendi. Yüksek sesle bir çavuştan söz ettiler ve onun gösterdiği başarıyı anlattılar. Bu asker, uzaktan gerçek bir silah gibi görünen, fakat çok yakından kontrol ettiğim zaman gördüğüm gibi, olduğundan daha uzun hale getirilmiş bir lağım borusu olduğu açıkça belli olan tuhaf bir aletin başında görevliydi.
Filonun gözlerinden bütünüyle uzakta olan bir tepenin ardına, bu çavuşun yönetimindeki cihaz ile birlikte top yerleştirilmişti. Her ikisi birbirine telefonla bağlıydı. Ateş emri gelip de havan topundan sorumlu olan topçu elindeki mermiyi attığında, lağım borusuyla vazifeli adam birkaç kilogram siyah barut yakacak ve simsiyah dumandan oluşan dikkat çekici bir bulut meydana getirecekti. Gemilerdeki İngiliz ve Fransızlar’ın, kendi üstlerine doğru hızla kayan mermilerin o görünen duman bulutundan geldiğini zannetmeleri ve bütün dikkatlerini o nokta üzerinde yoğunlaştırmaya devam etmeleri gayet doğaldı. Bu istihza dolu göstermelik silahın etrafındaki alan mermi çukurlarıyla delik deşik hale gelmişti; görevdeki çavuş, bana söylendiğine göre, üzerine 500’ün üzerinde atış çekmiş, öte yandan da gerçek topçu birliği sağlam ve gözlerden saklı halde kalmaya devam etmişti.
KAYNAKÇA
- Aubrey Herbert – Henry Morgenthau, Çanakkale Devler Ülkesinde Devler Savaşı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2007.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.