Osmanlı Devleti gücünü kaybetmiş, imparatorluk günlerini geride bırakmıştı. Memleketin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Güneyden esen sıcak rüzgarların yerine; artık kuzeyden de güneyden de soğuk savaş rüzgarları esiyordu. İngilizler o meşhur çanlarını çalmaya başlamıştı.
1914’e kadar kolonilerle savaşan Britanya İmparatorluğu, bu muhteşem vatan müdaafasınıda koloni zihniyetiyle aşabileceğini düşünmüş, bu savaş batağına sadece kendi askerlerini değil; sömürgeleri altındaki milletlerin insanlarını da atmıştı. Savaşa başlamadan İngiltere kendisinse bağlı ülkelere haber göndermiş, o güne kadar maddi açıdan sömürdüğü ülkeleri bu sefer de manevi açıdan sömürmeye karar vermiş ve bu ülkelerden askeri destek istemişti. Savaş için her yolu mubah gören İngiltere ve müttefikleri savaşa götüreceği askerlerin çoğunu kandırmış, kimini zorla askere almış, kimini de kendisine ve ailesine zarar vermekle tehdit etmişti. Hayatlarında hiç görmedikleri belki de o güne kadar adını bile duymadıkları ve hiçbir gayelerinin olmadığı Çanakkale’de ölümüne savaştırmışlardı. Komplolarla savaştırılan askerlerin dışında bazları vardı ki bunlar, memleketlerinde işi gücü olmayan, gezmek ve macera yaşamak için savaşa katılan gönüllü askerlerdi.
Aslında bu manzara bile İngiliz ve Fransızların övündükleri o devasa orduyla, bizim karşılarında bir avuç gibi görünen; ama vatan uğruna şahadet şerbeti içmeyi istekle bekleyen Mehmetçiğimizi neden yenemediklerini gösteriyor.
Takvimle 1914 yılının son günlerini gösterdiğinde İngiltere’nin isteği üzerine savaş için hazırlıklara başlanmıştı. Başta Avustralya ve Yeni Zelanda; halkının çoğunluğu Müslüman olan Cezayir, Tunus, Senegal ve Hindistan gibi sömürge ülkelerinden toplanan insanlar savaş eğitimi almak üzere Mısır’a götürülmüşlerdi. 18 Mart 1915’e gelindiğinde müttefik kuvvetler Çanakkale Boğazı’nda yenilince deniz harekatının yanında karadan da saldırmaya karar verdiler. Bunun gerçekleşmesi için de Mısır’da eğitilen sömürge ülkelerinin askerleri cepheye getirildi.
Bu ölüm kalım savaşında canımızı en çok yakan olaylar silsilesi böylece başladı. Neden mi? Çünkü bu savaşta sadece düşmanla savaşmamışız. Aynı zamanda aynı Allah’a inandığımız, aynı kitabı okuduğumuz, aynı kıbleye yönelip ibadet ettiğimiz din kardeşlerimizle de savaşmak zorunda bırakılmışız. Bilmeden ve zorla…
Bilmeden ve zorla diyorum çünkü Osmanlı’nın çöküş döneminde İngiliz’lerin sömürgesi altında bulunan ama Osmanlı’ya kalben bağlı olan bu insanların ona karşı olan muhabbetlerini suistimal ederek onları kandırmışlardı. İnsanlık dışı komplolarıyla bizi Cezayir’li, Tunus’lu, Senegal’li ve Hindistan’lı Müslüman kardeşlerimizle savaştırmışlardı. Parasızlığın, fakirliğin pençesinde olan Müslüman devletlerden kimilerini “İstanbul’a halifeyi kurtarmaya gidiyoruz.” Demişler, kimilerine de “Almanlara karşı Osmanlı’ya yardıma gidiyoruz. Sizinde halifeye yardım etmek borcunuzdur.” Diyerek onları kandırmışlardı.
Kaderin adaleti!
Ama bu kandırılmışlık uzun sürmez. Kader karşı siperlerde, farklı dillerde, aynı duayı eden insanların birbirine daha fazla ateş etmelerini etmelerini istemez. Mülazım Ahmet Halit o günlere ait bizzat başından geçen bir olayı bize şöyle naklediyor:
“Çanakkale’de çarpışıyorduk. Siperlerde bulunduğumuz sırada düşman tarafından bir askerin sıçrayarak bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördük. Korkusuz bir delikanlıydı bu. Bizim efrattan onu görenler arka arkaya ateş ediyor, fakat bu askerin bize yaklaşmasına engel olamıyorlardı. Düşmanımız, anlaşılan bize sokularak el bombası atacaktı. Arkadaşlarım birkaç el ateş ettiler. İsabet ettiremediler. Hemen silahımı doğrultarak nişan aldım ve ateş ettim. Vurularak yere düştü ve bir müddet debelendikten sonra hareketsiz kaldı. Sürünerek yanına gittiğimde, ölmüş olduğunu gördüm. Fransız üniformalı zenci bir askerdi. Üzerini yokladım, iç cebinde bir şişlik vardı. Elimi üniformasından içeri sokarak elime aldığımda donakaldım. O değil de ben vurulmuştum sanki. Elimde tuttuğum şey, sözde düşmanım olan o zencini kanlarıyla ıslanmış bir Kuran’dı. Ah o sömürgeci İngilizler, ah o Fransızlar” (Ahmet Halit Üngör, Fransız askeri üzerinde bulduğu Kuran-ı Kerim’in – bu Kuran şu anda Abide altı müzesindedir- kapağına şunları yazmıştı: İşte bu Kelam-ı Kadim Çanakkale Muharebesi’nde Kumkale’de ihraç edilen Fransızlarla icra ettiğim 24 saatlik muharebeden sonra bir siyahi İslam askerinin üzerinden çıkmıştır.)
Bu olaydan bir süre sonra Osmanlı askerleri, karşılarında savaştıkları düşman askerleri için de kandırılarak buralara getirilen Müslüman askerlerin de bulunduğunu anlar. Onlara Osmanlı ile savaştıklarını ve kendilerinin de Müslüman olduğunu anlatmanın güzel bir yolunu bulurlar. İşte o saatten sonra olaylar şöyle cereyan eder. Bir sabah Tayyar Paşa yanına çağırdığı, sesleri birbirinden güzel elliye yakın askerlerden, en gür sedalarıyla sabah ezanını okumalarını ister. Dört bir taraf, ezan sesiyle yankılanır ve siperler derin bir sessizliğe bürünür. Bu anlamlı mesaj yerini bulur ve karşı siperlerde bir kıpırdanma olur. Daha sonra karşı siperlerden Osmanlı siperlerine küçük taşlara sarılı kağıtlar atılmaya başlanır. Askerlerimiz bu kağıtları açtıklarında şu yazılarla karşılaşırlar: “Bizler Hindistanlı Müslüman askerleriz. İngilizler bize Almanya’ya karşı Osmanlı’nın yanında savaşacağımızı söylediler. Biraz önce ezan sesi duyduk, siz kimsiniz?”
Bu içler acısı manzara karşısında Mehmetçik şok olur adeta. Kalleşliğin bu dereceye varacağını hesap etmemektedir zira. Hemen bu sorunun cevabı yazılır: “Burası Osmanlı payitahtının kapısı. Bizler Asakir-i Osmani’yiz.”
Küçük bir taşa sarılan mesaj düşman siperlerine fırlatılır. Az sonra karşı siperde bir patırtı kopar. Osmanlı askerlerine bir süre sonra haber gelir ki; Müslüman olan ve kiminle savaştığını öğrenen karşı cephedeki askerler isyan etmişler ve İngilizler tarafından geri çekilmişler. Bu olayın ardından İngilizler o güne kadar en ön saflarda piyon gibi kullandıkları yabancı Müslümanları geri hizmete almış; yemekçi, bulaşıkçı, sucu olarak kullanmış. Bu da yetmeyince hiç korkmadan şiddete başvurmuş ve memleketinde ki analarına babalarına işkence etmekle tehdit etmiş. Savaş sırasında askerlerimiz tarafından esir alınmış ve karşısındaki düşman sandığı kişilerin bizzat korumak istediği Osmanlı askerleri olduğunu öğrenince gözyaşları içerisinde düştüğü acizliği esir Müslüman bir Tunus’lu bakın nasıl anlatıyor:
Evvela bizi iğfal ettiler: “ Sizin halifenizle beraberiz. Onun düşmanı olan Almanlarla savaşıyoruz. O halde sizinde halifenize yardım etmeniz, dini açıdan borcunuzdur.” Dediler. “Sonra hakikat meydana çıkınca baskıya, şiddete başvurdular. Askere gitmek istemeyenlerin anasını, babasını hapse atıp işkence altında inlettiler, evini barkını yıktılar. Bundan başka şayet, savaşta kanımızı son damlasına dek dökmeyecek olursak, ailelerimizi perişan edeceklerini tekrar tekrar söylediler. Bizim memleketteki analarımız, babalarımız, çocuklarımız bu gün o kâfirlerin elinde rehindir. Artık ne halde olduklarını Allah’tan başka kimse bilmez.” Diyerek düşmanın akıl almaz savaş hırsını gözler önüne seriyor.
Aslında bu sözler bile bizi aciz duruma düşürmeye çalışan düşmanın aciziyetini anlatmaya yetiyor. O gün hasta adam diye nitelendirilen Osmanlı’ya ve son nefesine kadar vatanını koruyan Türk milletine o devasa ordularıyla karşı koyamamış ve bakın haince planlarıyla kimlerden medet ummuş. Aynı dine mensup ve birbirini seven bu insanları birbirine kırdırmaya çalışmış;
Haksız oldukları topraklarda hak aramaya gelişlerinin ve ölümü hak etmeyen insanları da peşlerinde sürükleyişlerini bedelini ağır ödemişlerdir. Hak yerini bulmuş, savaşmanın da bir kaidesi, bir kuralı olduğunu bilmeyen bu insanlara tarih dersini vermişti.
İşte Çanakkale böyle bir yerdir. Burada sadece düşmanın teknolojik silahlarıyla, topuyla, tüfeğiyle değil; alçaklığıyla, kalleşliğiyle de mücadele edilmiş, insanlıktan nasibini almayıp bizden olanı bize öldürtmeye çalışanlara bir kez daha insanlık dersi verilmiştir.
KAYNAKÇA
- Yavuz,C, Çanakkale Destanı’ndan Bir Yaprak Soğanlıdere, Zeytinburnu Belediyesi Küttür Yayınları, İstanbul, 2005
- Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri, 2.Cilt, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.